İSLAMİYET VE TÜRKİYE (1996)

1995 Aralık seçimlerinden elde edilen sonuçlar ve bilahare milletvekillerinin göz ardı edilemeyecek şekilde parti değiştirmeleri ile ortaya çıkan veriler Trakya, Marmara bölgesi, İzmir ve havalisi, Antalya ve havalisi, az da olsa Orta ve Doğu Karadeniz bölgesi insanımızın dinden ve diyanetten uzaklaştığını açıkça ortaya koymaktadır. Kırsal kesimden bu bölgelere göç edenler dikkate alındığında, daha vahim bir durum ile karşılaşılmaktadır.

Viyana kapılarına dayanan Türk-Müslüman Osmanlı Orduları, Birinci Dünya savaşı ile Balkanlardan atılmış ve İstanbul, İzmir, Antalya, Adana bölgeleri istilaya uğramıştır. Hedef ilk etapta Müslüman-Türklerin bu topraklardaki hâkimiyetini kırmak ve bilahare, Anadolu’nun tamamını ele geçirerek(İspanyada olduğu gibi)Müslümanlardan arındırmaktır.

Atatürk ve bir avuç Müslüman-Türk bu planı bozmuşlarsa da Batı bu emellerinden vazgeçmeyerek; ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal yaptırımlarla ve kendi siyasetçilerimiz ve yöneticilerimizin, bilinçli veya bilinçsiz destekleri ile(diğer ülke insanlarının İslam’a yaklaşmalarına karşı)kendi ülkemizde insanlarımız, planlı bir şekilde İslamiyet’ten uzaklaştırılmaktadır.

Nüfus kayıtlarında dini İslam olarak tescil edilen bu bölgelerdeki insanlarımızın pek çoğu, Kur’an-ı Kerim’in farz kıldığı:

-Beş vakit namazı kılmamakta,

-Cuma namazı eda etmemekte

-Oruç tutmamakta

-Zekât vermemekte

-Hacca gitmemekte ve İslamiyetin diğer vecibelerini yerine getirmedikleri gibi, içki içip, kumar oynamaktan, zina yapmaktan da kaçınmamaktadırlar.

Batının 18nci yüzyılda birey için ortaya koyduğu (saptırılmış) laiklik kavram’ı,(pozitivizm felsefesi),Kur’an-ı Kerim’e göre en büyük fitnedir. Büyük fitnedir çünkü bütün toplumu etkilemekte, hukuki olarak dini reddetmemekle beraber, çalışma hayatında dine hiç yer vermemektedir. Böylece insanımız zaman içinde dinden tamamen uzaklaştırılarak, İslamiyet’le bağdaşmayan bir yaşam tarzına itilmektedir.

Biraz daha ileri gidenler, Müslümanlığı Arap’ın dini diye niteleyerek, Türk’lerin Müslüman olmadan önce de, tarih boyunca, büyük medeniyetler kurduğunu beyan etmektedirler.

SON SÖZ:

Bu yazı Türkiye’nin kaderini ellerinde bulunduran, ilgililere ve yetkililere ithaf olunur.

Continue ReadingİSLAMİYET VE TÜRKİYE (1996)

CUMA NAMAZI (1996)

Kur’anı Kerim’in Cuma Suresi ile Cuma namazı bütün inananlara Farz kılınmıştır.(kadınlar da dahil)

Cuma namazı topluca kılınan bir namazdır. Bu itibarla bir mescide, camiye, açık veya kapalı bir mekana ihtiyaç vardır.

İslamiyet’in kabulünden Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar Türkler, bu farzı hiçbir baskıya maruz kalmadan yerine getirmişlerdir.

Cumhuriyet’e kadar Cuma günleri resmi tatildi. Cumhuriyetle birlikte Cuma günü tatili değişerek, Hıristiyanların tatil günü olan Pazar günü tatil ilan edildi.(Yahudi’lerin tatil günü ise cumartesidir.)

Cumartesi ve Pazar günlerinin tatil olmasının sebebi; her iki dine mensup olanların dini vecibelerini rahatlıkla yerine getirebilmelerine imkan vermek ve dinlenmelerini sağlamaktır.

Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’de ise; serbest meslek erbabı hariç insanlarımıza, Cuma gününün tatil olmaması ve mesai saatleri dolayısı ile Cuma namazını eda etme imkanı verilmemektedir.

Cumhurbaşkanlığı, Meclis başkanlığı ve başbakanlık makamlarının faaliyetleri, herhalde mesai saati ile sınırlı olmadığından, kendi inisiyatifleri ile Cuma namazını eda edebilmekte, diğer tarafta protokolde dördüncü sırada bulunan Genelkurmay başkanı ise inisiyatifini kullanarak Cuma namazına gidememektedir.

Cuma’nın manası toplanmak olduğuna göre; milyonlarca insanı Cuma ezanı ile bir araya getirebiliyorsanız, birlik ve beraberlik fikrini başka yerlerde aramamak gerekir.

-62/9 Ey inananlar, Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah’ı anmaya koşun; alım satımı bırakın; bilseniz bu sizin için daha iyidir.

-62/10 Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah’ın lütfundan rızık isteyin; Allah’ı çok anın ki saadete erişesiniz.

-4/58 Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür.

SON SÖZ:

Cuma günü öğle tatili iki saat olarak düzenlenir ise; konu köklü ve adil bir çözüme kavuşturulmuş olur. Yüce Türk Devleti bu ufacık mesai saati ayarlamasını kendi öz evlatlarından esirgememelidir. Bu güne kadar yapılan uygulamalar bir yana; hataya hata ile değil, onu düzelterek karşılık verilmelidir.

Allah yöneticilerin adaletle hükmetmelerini emrediyor. Adaletle hükmetmeyenler; emirlerindekilere rücu eden meselelerin de bu dünyada ve öteki dünyada er geç hesabını verecektir.

O’nun adaleti hiç şaşmaz.

Continue ReadingCUMA NAMAZI (1996)

NAMAZ VE ASKER (1996)

Ordu, milletimizin bağrından çıkmış kutsal bir ocaktır. Müslüman bir milletin gözbebeği olan ordusu da tabii müslümandır.

Müslüman’ın miraç’ı ise beş vakit namazdır. Namaz kulun Allah ‘ı ile irtibatını sağlar. Bunun nasıl bir duygu olduğunu hayatında hiç secde etmemiş insanlar katiyen anlayamazlar. Bu gibi insanlar, yönetici olduklarında emrindeki personeli kendilerine benzetebilmek için, türlü bahaneler ileri sürerek, onların namaz kılmalarını önlemeye çalışırlar.

Namaz kılmadıkları için, namazdan ürkerler. Cumhurbaşkanlarının ve başbakanların son senelerde Cuma namazını eda ettiğine şahit olmaktayız. Ancak, laik Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Cuma namazı eda eden bir Genelkurmay Başkanı görmedik ve duymadık(Mareşal Fevzi Çakmak hariç).

1996 Mart ayı içinde günlük gazetelerden bazılarında askeri ilgililere atfen; namaz, mescit ve camilere ait şöyle açıklamalara yer verilmiştir:

-“Mescitlere rütbeli personel(subay, astsubay, uzman çavuş)ile sivil memur ve işçiler girmeyecek; bunlar dinimizin hoşgörüsüne sığınarak, ibadetlerini evlerinde ve sivil kıyafetli olmak kaydıyla herkese açık camilerde yapacaklardır. Ancak gerek kışla içinde gerekse dışarıda yapılacak ibadette mesai saatlerine riayet esas alınacaktır.”

-Kışla mescitlerinde ve camilerinde ezan okunmayacak, ezan dışarıdaki camilerden dinlenecek veya saate göre ibadet başlatılacaktır.”

-Cami ve mescitlerde, duvarlarda manası bilinmeyen eski Türkçe yazılar kaldırılacak, rahle, tespih, takke gibi TSK Kıyafet Kararnamesine uygun olmayan malzemeler kullanılmayacaktır.”

Mescitler şüphesiz Allah’ındır.

Bu itibarla, herkes namaz adabını bozmayacak şekilde, resmi veya sivil kıyafet ile dünyanın her herhangi bir yerindeki mescit ve camiye girebilir. Bu husus laik devlet düzeninin de temelini teşkil eder.

Şayet siz, laik düzeni dinsizlik olarak algılıyorsanız, mesai saati bahanesi ile mescit ve camilere girmeyi yasaklarsınız. Buraların duvarlarını boydan boya kaplayan ayetleri de manası bilinmeyen eski türkçe diyerek kaldırılmasını emredersiniz!

Mescitlerle ilgili Ayetler:

-2(114) Allah’ın mescitlerinde O’nun isminin anılmasını yasak eden ve oraların yıkılmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara korkmadan girmemeleri gerekir. Dünyada rezillik onlaradır, Ahrette büyük azap da onlaradır.

-9(18)Allah’ın mescitlerini sadece, Allah’a ve Ahret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve ancak Allahtan korkan kimseler onarır. İşte onlar doğru yolda bulunanlardan olabilirler.

Bugüne kadar hayatında hiç secde etmemiş olanlara da şu ayetleri okumalarını öneririz:

-13(15)Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri de sabah akşam, ister istemez Allah’a secde ederler

-16(48)Allah’ın yarattığı şeylerin, gölgeleri sağa sola vurarak, Allah’a boyun eğerek secde etmekte olduklarını görmüyorlar mı?

-17(44)Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu Hamd ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tespihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, bağışlayandır.

-22(18)Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların birçoğu da azabı hak etmiştir. Allah’ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu Allah ne dilerse yapar.

-24(41)Gökte ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah’ı tespih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi niyaz ve tespihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.

-59(1)Göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah’ı tespih ederler. O güçlüdür, Hâkimdir.

SON SÖZ:

-55(1-2)Rahman olan Allah Kuran’ı öğretti;

-55(3-4)İnsanı yarattı, ona konuşmayı öğretti.

Kur’an Allah kelamıdır.

Allah’ı tanımak ve sevmek için O’nun kitabını okumak ve onunla amel etmek gerekir.

Allah’ı tanıtacak ve öğretecek, yeryüzünde başka bir kitap yoktur

İnsan aklı Yaradan’a kayıtsız şartsız teslim olacağı yerde, şeytanla el ele vererek Yaradan’a inanmamakta, dolayısı ile O’nun kitabını okusa bile anlamamakta, etrafının da aynı davranış içinde olmasını ısrarla istemekte, kendisi hüsranda olduğu gibi, zorbalıkla etrafındakileri de batıl’a sürüklemektedir. Kur’anı öğrenmek istemeyenler ve sapıklıkları yüzünden delalete düşenler, elbette bu dünyada ve ahrette karşılığını göreceklerdir. Fakat ne yazık ki o zaman iş işten geçmiş olacaktır.

Continue ReadingNAMAZ VE ASKER (1996)

İNANMAYANLAR VE NAMAZ (1996)

 24.3.1996 tarihli bir gazetenin son sayfasındaki bir fotoğrafta, kırmızı ”ERBAKAN” plakalı bir otomobil ve ona doğru secde etmiş insanlar görülmekte, altyazıda ise:”Cuma namazında camiye sığmayınca ERBAKAN’ın arabasının park ettiği parti binası avlusuna taşan refah partilileri gösteren bu fotoğraf fotoğrafçıya birincilik kazandırdı” açıklamasına yer verilmekte, fotoğrafı çekenin gazetecinin ise Ankara bürosu fotoğraf editörü olduğu belirtilmektedir.

Cuma namazını eda etmeyip fotoğraf çektiğine göre, fotoğrafçının her halükarda inanmayan biri olduğu anlaşılmakta; birincilik ödülünü veren foto muhabirleri derneği ile fotoğrafı yayınlayan gazete ilgililerinin de aynı konumda olabilecekleri kanaatine varılmaktadır.

Zira Cuma Suresinde Allah:

-62(9)”Ey İnananlar, Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah’ı anmaya koşun; alım-satımı bırakın; bilseniz bu sizin için daha iyidir.”buyurmuştur.

Birincilik ödülüne layık görülen bu fotoğraf inananları son derece üzmüş ve rencide etmiştir. Lakin onlar inanmayıp Allah yolunu alaya alanların durumlarını Hz. Kur’an şöyle açıklıyor:

-31(6)”İnsanlar arasında bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir.”

Cehennemdekilere sorarlar; sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?

-74(43)”onlar derler ki: namaz kılanlardan değildik”

-74(44)”Düşkün kimseyi doyurmuyorduk.”

-74(45)”Batıla dalanlarla biz de dalardık.”

 – 74(46)”Ceza gününü yalanlardık.”

-74(47)”Ölüm bize o halde iken geldi.”

SON SÖZ:

-16(49)”Göklerde ve yerde bulunan her canlı ve melekler, büyüklük taslamaksızın Allah’a secde ederler.”

Elbette secde etmeyenler bu dünyada ve ahrette karşılığını göreceklerdir.

Continue ReadingİNANMAYANLAR VE NAMAZ (1996)

HOŞGÖRÜ (1996)

 Allah bu dünyayı, üzerindeki insanları O’na kulluk etmesi için yaratmıştır. Yoksa kendi elleriyle birbirlerini öldürmeleri için yaratmamıştır.

Canı veren Allah’tır. O canı alacak olan da yine O’dur. Bu husus asla hatırdan çıkarılmamalıdır.

Hal böyle olunca; elimizdeki bütün silahları imha ettiğimizi varsayalım ve ayrıca, elinde silahı olmayan insanın hoşgörülü olduğunu düşünelim. O takdirde ahretteki cennet hayatı bu dünyadaki cennet hayatı ile başlamış olacaktır.

Bütün mesele, insanoğlunun silahlardan arındırılmış olarak hoşgörülü olabilmesidir. Zira elinde silah bulunduran insan hoşgörülü olamaz.

Silahsızlanma konusu, daha önceki bir yazıda ”silahlara veda” başlığı ile ele alınmış, sağlayacağı sonsuz faydalara değinilmiş, silahlarla ilgisi olan insanın iblis ile olan çok yakın birlikteliği vurgulanmış, silah üreticilerine samimi bir çağrıda bulunulmuş ve tarih boyunca yok edilen nesillerin kıssaları gözler önüne serilmiştir.

SON SÖZ:

Herşeyden önce hoşgörü Allah’ı tanımak ve O’nu sevmek demektir. Dolayısı ile insanoğlunun; din, dil, renk, ırk, cinsiyet gözetmeksizin birbirini sevmesi demektir.

Hoşgörü inanmak demektir. Her şeyin ötesinde iman demektir. Ancak imanlı insan hoşgörülü olabilir.

Hoşgörülü insan iyi huylu ve iyi ahlaklıdır.

Hoşgörülü insan sabırlıdır.

Hoşgörülü insan affedicidir

Hoşgörülü insan gururlu ve kibirli değildir.

Continue ReadingHOŞGÖRÜ (1996)

YARATILANLARIN EN MÜKEMMELİ (1996)

İlim, teknoloji ve sanayideki büyük gelişmeler; insanın sıhhat, huzur ve saadetini iyileştireceği ve arttıracağı yerde, ilerde dahi telafisi mümkün olmayacak sosyolojik-psikolojik-bedensel bozukluklara sebebiyet vermektedir.

İntihar olayları alabildiğine yaygınlaşmıştır.

Herkes birbirini gözünü kırpmadan öldürebilmekte veya öldürtmektedir.

Trafik canavarı yurt sathında kol gezmektedir.

Gürültü ve patırtı psikolojik rahatsızlıklara rağmen hiç yadırganmamaktadır.

İnsana hiçbir faydası olmadığı halde sigara tiryakiliği yaygın bir şekilde özendirilmekte, yedisinden teneşire kadar insan ömrünün hemen hemen tamamında içilmesinin önüne geçilememektedir.

Bu bireysel kötülükler ve bozuklukların yanı sıra, aile yapısı kökünden sarsılmış, bencilliğin en önemli belirtisi olan hazcı felsefe ön plana çıkmış, bunun neticesinde de doyumsuz bir yaşam biçimi, sanki insanlığın onu var edilişinin başlıca sebebi olarak algılanmaya başlanmıştır. İnsanoğlu yalnız yemek yemeyi ve seks yapmayı düşünür hale gelmiştir.

Yaradılanların en mükemmeli olan insan maalesef, herhalde gelişmişliğin bir göstergesi olarak kendi kaderini kendi elleriyle yok etmek suretiyle, yaratılanların en sefili, en aşağılığı konumuna gelebilmektedir.

-95(4)Biz insanı en güzel şekilde yarattık.

-95(5)Sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık.

Allah insanı en güzel şekilde yaratmıştır. İnsan bu mükemmelliğin kıymetini bir türlü takdir edip anlayamamaktadır. Çünkü yukarıda değindiğimiz konular nedeniyle insan; kendi iradesi ve elleriyle kendisini aşağıların en aşağısı konumuna getirmiştir.

95(6)Yalnız, inanıp yararlı iş işleyenler bunun dışındadır. Onlara kesintisiz ecir vardır.

Görüldüğü gibi Allah, Kur’an-ı Kerim-i okuyan, iman eden ve onunla amel edip yararlı iş işleyenleri, aşağıların en aşağısı olanların dışında tutmakta ve onlara kesintisiz bir ecir vaat etmektedir.

Gelin hep beraber Allah’ın ipine sarılalım:

Kimseyi öldürmeyelim,

İntihar etmekten vazgeçelim.

Alacağımız tedbirlerle trafik canavarının kökünü kazıyalım

Gürültünün ve çevre kirliliğinin önüne geçelim.

Sigara tiryakiliğinden; içki, kumar, fuhuş gibi kötü alışkanlıklardan vazgeçelim, kâmil insan olma yolunda var gücümüzle çalışmakta birbirimizle yarışalım.

Kurtuluşun tek ve gerçek yolu Yüce Kitabımızı rehber edinmektir.

SON SÖZ:

Şifa ve mükemmelliği O’nun dışında aramayın.Çünkü bulamazsınız.

Continue ReadingYARATILANLARIN EN MÜKEMMELİ (1996)

HALİFE, BEDEN VE RUH (1996)

HALİFE:

-2(30)  Rabbin meleklere ”Ben yeryüzünde bir halife varedeceğim” demişti;…….

-6(165)Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O’dur.

Halifenin anlamı; vekil, temsilci, naib olduğuna göre, Allah yeryüzünde nizam ve intizamı sağlayacak ve hâkimiyeti eline teslim edecek varlığı, insanı yaratmış ve onu halife(vekil)olarak vazifelendirmiştir.

BEDEN:

 Yeryüzündeki diğer canlılar gibi insan da dünyaya gelir, büyür, gelişir ve ölür. Ayrıca beden kendi neslini kıyamete kadar devam ettirme işlevini de yerine getirir.

-29(57)Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döneceksiniz.

-55(26)Yeryüzünde bulunan her şey fanidir.

-55(27)Ancak, yüce ve cömert olan Rabbinin varlığı bakidir.

Beden, hayatiyetini devam ettirdiği müddetçe, bünyesinde ruhu misafir eder, barındırır ve bu misafirperverliği ölüm anına kadar devam eder.

-39(42)Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Doğrusu bunda düşünen kimseler için dersler vardır.

Görüldüğü gibi; uyku esnasında ruhlar alınıyor. Öleceklerinkiler tutuluyor, ölmeyeceklerin ruhları bir süreye kadar salıveriliyor.

RUH:

-17(85)Ey Muhammed! Sana ruh’un ne olduğunu soruyorlar, de ki ”Ruh, Rabbimin emrinden ibarettir. Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir.”

-32(9)Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!

Ruh; insanın gerçek benliğini oluşturan zihinsel, ahlaksal, duygusal yetilerin tümüdür. Akıl, kudret, irade, vicdan işlevlerini gerçekleştiren özdür. Madde üstü, salt manevi bir cevherdir. Emanet olarak verilen hilafet makamının anahtarı ve mührüdür. Emanete sahip çıkanlar cennetlik, çıkmayanlar ise cehennemliktir.

SON SÖZ:

Her insan kendisinde, Yaradanına ait bir şeylerin bulunduğu bilincinde olmalı, vekil olduğunu unutmamalı ve yaşamını ona göre düzenlemelidir. İnsanoğlunun bu bilince varabilmesi için, O’nun Kelamı olan Kur’an-ı çok iyi okuyup öğrenmeli ve onunla amel etmeğe çalışmalıdır Bu bilince eremeyen insanoğlu, şeytan’la elele vererek bu cennet gibi dünyayı cehenneme çevirebilir. Dünyanın bugünkü görünüşü de bu düşüncemizi doğrulamaktadır. Zira kendi ruhunun nereden neşet ettiğini bilmeyen insanoğlu, her türlü kötülüğü yapmaya teşnedir.

Continue ReadingHALİFE, BEDEN VE RUH (1996)

MAL, MÜLK VE SOYAĞACI(1995)

Günümüz insanı; binbeşyüz sene öncesinin tutum ve davranışları ile(bilerek veya bilmeyerek)batılı gibi hareket ediyorum düşüncesi ile soyuna sıkı sıkı sarılmakta, mal varlığını her türlü dini ve ahlaki değerin üzerinde algılamakta, bunu da rahat bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Dünya hayatına veda edip öldükten sonra; geride kalanları, soy ve soplarını uzun uzun açıklayan sayfalarca ölüm ilanları verip bunu günlerce devam ettirip, kırkıncı günü de mevlit bahanesi ile tekrar etmektedirler.

Bu konuda yapılan masraflar milyarları bulmakta, insanımıza, memleketimize israftan başka hiçbir yarar sağlamamakta, yalnız gazete patronlarının cepleri dolmaktadır.

Ayrıca, ölüm ve başsağlığı ilanları birçok müessese tarafından reklam aracı olarak kullanılmaktadır.

-102(1-2) “Çoğunluk olmak iddianız sizi o kadar meşgul etti ki, mezarları ziyaretle oradakileri de sayacak kadar oldunuz.”

-102(3) “Hayır; öyle olmayın; yakında bileceksiniz.”

-102(4) “Hayır; gözünüzü açın; yakında bileceksiniz.”

-102(5) “Dikkat edin, şayet yaptığınızın sonucunu kesin olarak bir bilseniz!”

-102(6) “And olsun ki, cehennemi göreceksiniz.”

-102(7) “And olsun ki onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz.”

-102(8) “Sonra o gün, size verilmiş olan her nimetten sorguya çekileceksiniz.”

Diğer yanda bazı kimseler kazanç ve şöhreti ile övünmek amacıyla çok masraflı nişan, düğün ve sünnet törenleri tertip ederek, dini ahlaki yapımız bir yana, servet ve nüfuzunu, sayıca çokluğunu sergilemek için birbirleri ile yarışmaktadırlar.

Bu gibilere bir çift sözümüz var; gelin güzel ahlak ve takvada yarışınız. O göz kamaştıran servetin esiri olmayınız. Dinimiz israf etmeden, ikram ve ziyafeti emreder.

Eş-dost, akraba-taallukata, komşulara ve fakir-fukaraya düğün dernek vesilesi veya içinizden geldiğinde içkisiz ziyafet vermek hem sevap hem de sünnettir. Kadın ve kızların dekolte kıyafet ve aşırı kıymetli takılarla katıldıkları, gösterişli, içkili, dansözlü ve çok masraflı toplantılar israf ve haramdır.

-17(26) “Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma.”

-17(27) “Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.”

Soy-sopu ile övünen zengin iş adamlarına gelince; müesseselerinizin nesiller boyu devamı, gaye olmakla beraber, daha ilk kuşak temsilcinizin, Allah’a sığınacak yerde, papaz efendinin elini öpmesi, hepimizi çok derin düşünceye sevketmiştir. Önemli olan; dinine diyanetine sahip nesiller yetiştirebilmektir.

Sağlam müesseseler kurmak ve aynı zamanda iyi nesiler yetiştirmek idealimiz olmalıdır.

SON SÖZ:

İnsan mal ve mülke çok düşkündür. İnanıp iman edenler Allah yolunda sarfederler.

Servet, şöhret, nüfuz, sayıca çokluk ve hazcı felsefe; kanser gibi benliğimizi, bütün insanlık âlemini o derece sardı ki yapılanların kötü olduğunu dahi idrak edemez hale geldik.

Continue ReadingMAL, MÜLK VE SOYAĞACI(1995)

PROFESÖRLERİMİZ VE YAZARLARIMIZ (1995)

Televizyonlarda yapılan açıkoturumlarda, konuşmalara katılan birçok profesörlerin, yöneticilerin ve belli başlı yazarların; siyaset, din, İslamiyet, Alevilik ve bilhassa Kur’an-ı Kerim ile ilgili konularda, bilmedikleri halde ileri geri konuşmaları dikkatlerden kaçmıyor.

Siyasi alanda kariyer sahibi pek çok prof. ve yazar’ın, orta doğu’da meydana gelen ve gelişmekte olan olaylar hakkında görüş açıklarken, ileri sürdükleri fikirler ile ilgili Kur’anda Ayetler yokmuş gibi beyanda bulunmaları; Kur’an Mealini hiç bilmediklerini açıkça göstermektedir.

Herkes bir Üniversite bitirip, seçtiği konuda ihtisas, dilerse doktora yaparak profesör olabilir. Böylece konusunda bilgili sözü dinlenmesi gereken bir kişi olur. Ancak, Kur’anın içeriğini bilebilmesi için, Mealini gayet iyi okuyup incelemesi gerekir. Ayrıca Kur’anın bireye topluma, dünya meselelerine bakış açısını iyice kavraması lazımdır.

İmanlı,okuma yazma bilen herkes;Meali okuyup,öğrenip,onunla amel eder hale gelebilir.Aksi halde siz hangi mevki,makam veya tahsil derecesinde olursanız olunuz,bu engin pınardan zerre kadar nasip almadıysanız,toplumu yanıltabilecek söylemlerden kaçınmalısınız”.Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”deyimi,Kur’anı Kerimin de temelidir.

İlimsiz beyanlar,havada kalmaya mahkumdur.Sahibini rencide eder.

Continue ReadingPROFESÖRLERİMİZ VE YAZARLARIMIZ (1995)

SESLERİN EN ÇİRKİNİ (1995)

Televizyondaki açık oturumlarda ve haberlerdeki görüntülerde; en üst düzey devlet yöneticileri ile en üst düzeydeki sanayicilerin , nezaket kuralları dışında ve ses tonlarını en üst perdeye çıkararak birbirlerine hitap ettiklerini hep birlikte ibretle izlemekteyiz.

Evet. İnsanlar birbirleri ile konuşa konuşa anlaşır,ama bu esnada birbirlerine çok nazik davranmaları ve ses tonlarını yükseltmemeleri en basit görgü kuralıdır.

Bizler bunu, hangi yaşta olursa olsun çocuklarımızdan da beklemekteyiz.

Kaldı ki, yaşları ellinin üzerinde olup da televizyonlarda boy gösteren bu insanlarımızın belkide psikolojik bazı bozuklukları veya rahatsızlıkları olabilir.

O takdirde ekrana çıkmadan önce kendilerini bir uzman doktora göstermeleri ve onların tavsiyesine göre hareket etmeleri gerekirdi.

Ama bu yapılmamıştır.

Hepimizi derinden üzen o konuşmaları ve davranışları milletçe ekranlardan izledik. İnsanlığımızdan

utandık. Bu bağırmalar ve söz düelloları ile neyin paylaşılmak istendiğini de bir türlü anlayamadık.

_31(18)”İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez”.

-31(19)”Yürüyüşünde tabii ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”diye Lokman oğluna öğüt vermiştir.

Bu öğütte düşünen insanlar için ibretler vardır.

Cemiyet hayatımızın belki de en önemli kuralı, sesimizi daima kısmamız ve gerektiğinde de susmamızdır.

NETİCE:

Söz gümüş ise sükut altındır, deyimi boşuna söylenmemiştir.

Continue ReadingSESLERİN EN ÇİRKİNİ (1995)

End of content

No more pages to load