DİN VE GEÇİM (1998)

Kur’an geçim  (maişet)aracı değildir ve olmamalıdır da!

Ülkemizde, Kur’anı konu alan dini yayınlar pazarlanarak, geçim kaynağı olarak kullanılmakta, Müslüman aileler bu yolla hayatlarını idame ettirebilmektedirler. Devlet memuru statüsündeki kadrolu din görevlileri, dini eğitim görmüş öğretmen, doçent, profesörlerin bir bölümü aldıkları maaşların dışında Kur’an okumak, hatim indirmek, yazılı ve görsel basında görev almak suretiyle maddi menfaat sağlamaktadırlar. Kur’an’a göre bütün Peygamberler vahiy yoluyla Allah’tan aldıkları emirleri hiçbir menfaat gözetmeden topluluklara tebliğ etmişlerdir. Geçimlerini ise ya sanatları ile ya da ticaret yaparak sağlamışlardır.

Peygamber efendimiz, kırk yaşına kadar geçimini ticaretle sağlamış, Peygamberliği esnasında ise Kur’an’ın esaslarını tespit ettiği ganimetler dışında herhangi bir menfaat temin etmemiştir.

İLGİLİ AYETLER:

-Hz.Nuh milletine;-11/29  (224)  Ey milletim! Buna karşılık ben sizden bir mal da istemiyorum. Benim ücretim Allah’a aittir…

-11/50  (220)  Ad milletine kardeşleri Hud’u gönderdik. Şöyle dedi:”Ey milletim! Allah’a kulluk edin. O’ndan başka tanrınız yoktur; yoksa sadece yalan uyduran kimseler olursunuz.

-11/51 (226) “Ey milletim! Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak beni yaratana aittir. Akletmez misiniz?

-25/56 (364) Ey Muhammed! Biz seni sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.

-25/57 (364) De ki: “ Ben buna karşı sizden bir ücret değil, ancak Rabbine doğru bir yol tutmak dileyen kimseler olmanızı istiyorum.”

-26/141 (372) Semud milleti de peygamberleri yalanladı.

-26/142 -152 (372) Kardeşleri Salih onlara:”Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim, artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak âlemlerin Rabbine aittir…”

-26/160 (373) Lut milleti de peygamberleri yalanladı.

-26/161-166 (373) Kardeşleri Lut, onlara:” Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak âlemlerin Rabbine aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp ta, insanlar arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz dedi.”

26/176 (373) Ormanlık yerde oturanlar, Eyke’liler de peygamberlerini yalanladı.

26/177-183 (373) Şuayb onlara: Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum, benim ecrim ancak âlemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam yapın eksiltenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.

-34/47 (432) De ki: “Ben sizden bir ücret istersem, o sizin olsun; benim ecrim Allah’a aittir. O her şeye şahittir.”

-9/34 (191) Ey inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmezlere can sıkıcı bir azabı müjdele.

-9/35 (191) Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak, “Bu kendiniz için biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın. “ denecek.

SON SÖZ:

Peygamberler herhangi bir ücret talep etmezken, geçimleri devletçe veya kurumlar tarafından sağlanan bu günün din adamlarının bu genel kaideye uymayarak menfaat sağlamaları çok üzücüdür ve dinden uzaklaşmanın açık bir göstergesidir.

Hahamların ve rahiplerin durumuna düşmemek için Müslümanlar, yukarıda açıklanan 9/34 ve 35 numaralı Ayetleri her zaman göz önünde bulundurmalıdırlar.

Her ne sebep ve şekilde olursa olsun, din ile ilgili bütün faaliyetler, Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanmak için yapılmalıdır.

Din asla meslek veya ticaret haline getirilmemelidir.

Allah’ın rızasını kazanabilme şuuru, imanın gereği olup, bütün insanlar tarafından benimsenmeli ve desteklenmelidir.

Continue ReadingDİN VE GEÇİM (1998)

DİN GÖREVLİLERİ (1998)

Camilerdeki vaazlarda hocalarımız, dini bilgiler verirken, zaman zaman seslerini yükselterek konuşmakta, fevri hareket ederek sinirlenip, cemaati cehennem ile korkutmakta, öğretim metotları ile ilgisi olmayan tavır ve davranışlar sergilemektedir.

Bazı televizyon kanallarındaki dini sohbet programlarında ise, konunun uzmanı profesörlerimiz çok daha ileri giderek, Müslüman din kardeşlerini şerefsizlikle itham edebilmektedirler. Günlük hayattaki sosyal münasebetlerde dahi bu tür davranışlara ve üsluba yer verilmemesi gerekirken, üstelik dini konuların açıklanması esnasındaki bu tutum ve davranışlar hepimizi üzmekte ve hatta birçok din kardeşimizi maalesef camiye gitmekten ve namaz kılmaktan soğutmaktadır.

İLGİLİ AYETLER:

-2/119 (17) Ey Muhammed! Doğrusu Biz, seni hak ile müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir. Sen cehennemliklerden sorumlu tutulmayacaksın.

-3/20(51) Ey Muhammed! Eğer seninle tartışmaya girişirlerse,”Ben bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim”de. Kendilerine Kitap verilenlere ve Kitapsızlara:”Siz de İslam oldunuz mu?”de, şayet İslam olurlarsa doğru yola girmişlerdir, yüz çevirirlerse, sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını görür.

-5/99 (123)Peygamberlerin görevi sadece tebliğ etmektir. Allah sizin açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bilir.

-11/12 (221) …Sen ancak bir uyarıcısın, Allah her şeye vekildir.

-25/56 (364) Ey Muhammed! Biz seni sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.

-35/23 (436) Sen sadece bir uyarıcısın

-35/24 (436) Şüphesiz Biz seni, müjdeci ve uyarıcı olarak, gerçekle gönderdik. Geçmiş her ümmet için de mutlaka bir uyarıcı buluna gelmiştir.

-48/8.9 (510) Ey Muhammed! Doğrusu seni şahit,müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. …

-50/45 (519) …Ey Muhammed! Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; söz verdiğim günden korkanlara Kur’an ile öğüt ver!

-88/21 (592) Ey Muhammed! Sen öğüt ver! Esasen sen sadece bir öğütçüsün.

-88/22 (592) Sen, onlara zor kullanacak değilsin!

SON SÖZ:

Görüldüğü gibi, Allah Peygamberine dahi insanları korkutmak, ürkütmek, aşağılamak, horlamak, şerefsizlikle itham etmek ve zor kullanmak yetkisi vermemiştir.

Continue ReadingDİN GÖREVLİLERİ (1998)

İSLAMİYET ORTADOĞU İSRAİL (1998)

610 Yılında son Kitap yeryüzüne indirilmeye başlamış ve 23 senede tamamlanmıştır. Bu itibarla İslamiyet’in başlangıç tarihi de 610 dur. Bilahare Müslümanlar Mekke-Medine ekseninden dört bir yana dağılmaya başlamıştır.711 de Cebel-i Tarık boğazı geçilmiş, İberik Yarımadası etki altına alınmış ve Endülüs Emevi Devleti kurulup Avrupa’yı tehdit eder duruma gelmiştir.

Bütün semavi dinler Allah’ın takdiri ile ORTADOĞUDA (dünyanın kalpgahı)meydana gelmiş ve buradan yayılmıştır.

İslamiyet’le birlikte ORTADOĞU Müslümanların kontrolüne geçmiş ve bu hâkimiyet 1948 senesine kadar devam etmiştir. Tam 1338 sene.

Genel jeostratejik bir kural olarak; Ortadoğu’yu elinde bulunduranlar, yaşlı Avrupa kıtasını karadan iki ana stratejik istikameti kullanarak istila edebilir veya etki altına alabilir.

BİRİNCİ ANA İSTİKAMET:

Kuzey Afrika-Cebel-i Tarık boğazı-İspanya-Fransa-Orta Avrupa,

İKİNCİ ANA İSTİKAMET:

Anadolu-Balkanlar-Orta Avrupa,

Yukarıda kısaca temas edildiği gibi, İslamiyet’in ilk yayılma yıllarında, birinci ana stratejik istikamet denenmiş, İspanya ele geçirilmişse de Fransa istila edilip Orta Avrupa’ya(HEDEF)varılamamıştır.

Yedi asır kadar İspanyada etkisini devam ettirebilen Müslümanlar; onbeşinci asırda gerisin geriye Afrika’ya çekilmek zorunda kalmış ve yeniden Hıristiyanların eline geçmiştir.

İkinci ana stratejik istikamet Osmanlıların Trakya’ya geçmelerinden sonra kullanılmış, Viyana önlerine kadar varılmışsa da Orta Avrupa(HEDEF)istila edilememiştir.

Osmanlıların Balkanlardaki yönetimi takriben altı asır devam edebilmiş,1918 Mondros mütarekesi ile Boğazlar hattına çekilmek durumunda kalınmıştır.

İslamiyet’in Anadolu’daki egemenliğine son vermek için, bu defa Sevr anlaşmasıyla istila edilmek istenmiş fakat Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde bir avuç Müslüman Türk, destanlar yazarak savaşmış, vatanlarına sahip çıkmış, ezan sesini bu topraklarda devam ettirebilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden sonra Balkanlardaki Müslümanlar ise baskılara rağmen dinlerini devam ettirebilmişler, İspanyada olduğu gibi din kıyımına uğramamışlardır.

Yaşlı Avrupa kıtasının stratejik iki ana istikametten Müslümanlarca istila veya etkileme harekâtı; onbeşinci asırda İspanyanın Müslümanlardan tamamen arındırılması, Osmanlıların ise Viyana kapılarından geri çekilmeye mecbur edilmeleri ile(17nci yy,)2ominci yüzyılın başında Avrupa İslamiyet’in etkisinden tamamen kurtarılarak sona ermiştir.

Böylece İslamiyet asıl üssü olan ORTADOĞU’YA(KALPGAH’a) çekilmek durumunda bırakılmıştır.

ORTADOĞUDA İSRAİL DEVLETİ:

Her ne pahasına olursa olsun Ortadoğu üssünün Müslümanların elinde bulundurulması hayati öneme haiz ise de; dünyayı yönetenlerin planları gereği, birinci dünya savaşı ile Osmanlıların Ortadoğu hâkimiyetine son verilerek, sahipsiz bir konuma getirilmiş, askeri ve ekonomik yönden çok zayıflatılmıştır. İkinci dünya savaşı Ortadoğu’yu daha da zayıflatarak, işgaline çok uygun bir zemin hazırlamıştır

İki atom bombasının Japonya’ya atılmasından üç sene sonra, Yahudilerle Hıristiyan’ların, yıllarca süren büyük çabaları neticesinde,1948 senesinde FİLİSTİN toprakları üzerinde İSRAİL devleti kurulmuştur.

Müslüman ORTADOĞU’NUN(KALPGAH’ın)böğrüne bir HANÇER gibi saplanmıştır. Böylece Müslümanların 1338 sene süren hâkimiyetleri sona ermiş, Ortadoğu’nun en kritik bölgesi İsrail’in eline geçmiştir. Müslüman topluluklar tam ortadan, bundan böyle birbirleriyle fiziki temas sağlayamayacak şekilde, ikiye bölünmüş, ilerde de telafisi mümkün olamayacak bir biçimde zafiyete düşürülmüştür.

İsrail;1947.1967.1973 savaşları ile etrafındaki Müslüman Arap devletlerini sindirebilmiş, o tarihten bu yana da sahip olduğu topraklarda hâkimiyetini pekiştirmiştir. Hedefi vaat edilmiş topraklar yani ORTADOĞU(KALPGAH)dur.

Dünyayı yönetenlerin yardımı ile etrafındaki ülkeler(Lübnan, Irak, İran, Kuveyt, Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan ve PKK vasıtası ile Türkiye)devamlı baskı altında tutulmaktadır.

İSRAİL’İN GÜCÜ:

İsrail’in gücünün kaynağı, kendi devleti dışında, asırlar önce bütün dünyaya yayılmış; ilimde bilimde, teknolojide, sanatta en üst seviyelere ulaşmış Yahudi asıllılar ile dünya sanayini, harp sanayisini ve ticaretini ellerinde bulunduran, Yahudi kuruluşlar ve Yahudi işadamlarıdır.

Dünya ticareti, mali yönetimi, sanayi ve harp sanayi, yazılı ve görsel basın, medya kuruluşları, fiilen veya dolaylı yoldan İsrail’e arka çıkanların emrinde veya kontrolündedir. İsrail’in hedefi dünyayı yönetebilecek güce sahip olmaktır. Rahmetli Üzeyir Garih’in sözleri ile bu güç bilimdir, bu güç paradır; bu iki güç Yahudilerin milli karakteridir. Bundan dolayı sayıca az olmalarına rağmen, yeryüzündeki varlıklarını üçbin senedir devam ettirebilmişlerdir.

SON SÖZ:

Müslümanlar son dört yüz yıldır, gitgide güçlerini yitirerek zayıflamışlar, dolayısı ile İsrail hançerinin bağırlarına saplanmasına engel olamamışlardır. Bu zafiyetten kurtulmanın yolu; Müslümanların şekilcilikle yetinmeyip, Kur’an-ı Kerim’in içeriğini öğrenip onunla amel ederek çok çalışmak sureti ile bilimde ve paraca üstünlük sağlamaktır. Tek kurtuluş yolu budur. Bunu görmeyen gözler, algılayamayan kalpler mühürlenmiş demektir.

Son Peygamber Hz. Muhammed(sav.)in ümmeti, gücünü yitirmiş, diğer tarafta Yahudi’nin gücü dünyaya hâkim olmuşsa, herhalde KIYAMET SAATİ yaklaşmış olmalı!

Continue ReadingİSLAMİYET ORTADOĞU İSRAİL (1998)

BATI MEDENİYETİ SEVİYESİ (1998)

Batı medeniyeti seviyesine ulaşmak veya muasır medeniyetin üzerine çıkabilmek düşüncesi, yaklaşık iki asırdan beri insanımızı meşgul etmiş, hele cumhuriyetle birlikte(74 seneden beri) onunla yatıp. Onunla kalkar hale gelmişizdir. Fakat ne hikmetse, bir türlü ona erişemedik, ona kavuşamadık. Ona âşık olan cumhuriyet neslinin büyük bir kısmı vuslata eremeden göçüp gitti.

Batı medeniyetini aşağıdaki olgular meydana getirmektedir:

-Sosyolojik, kültürel olgu,

-Ekonomik, siyasal olgu,

– Din olgusu,

Bu beş olgu bir ölçü veya seviye ortaya koymakta, ona da yaşam standardı adı verilmektedir. İşte bize gösterilen hedef bu standardın üzerine çıkmaktır. Bu beş olgu içinde, kısa ve hatta orta vadede süratle elde edilmesi gerekeni, hiç şüphesiz ekonomik olgu yani ekonomik güçtür. Zira sosyolojik, kültürel olgular uzun vadede ekonomik güce bağlı olarak elde edilebilecek hedeflerdir.

Her toplumun sosyolojik ve kültürel olguları algılayıp sahiplenmesi, değişken birçok faktöre bağlıdır. Dayatıcı bir yaklaşımla, kısa vadede, bu iki olgunun gerçekleşmesi mümkün değildir. Çünkü her bireyin veya nesillerin bu değişiklikleri özümsemesi zaman alır.

Din olgusuna gelince, bireyler genelde dinlerini değiştirmeyeceğine göre, kısa, orta veya uzun vadede etkisini değiştirmeyeceğini kabul edebiliriz.(sabit faktör olarak)

Dinden kastedilen, nüfusunun çoğu Müslüman olan bu ülkede, insanlığın anayasası olan Kur’an-ı Kerimdir.

Siyasal olgu ise, diğer olgulara bağlı olarak teşekkül eder. Ancak batı medeniyet seviyesinin üzerine çıkma meselesini en fazla etkileyecek, en önemli ve en çok nazar-ı dikkate alınması gereken olgu şüphesiz ekonomidir. Ekonomisini güçlendirip, fert başına düşen gelirini, batı ülkelerinin gelir düzeyine yükseltmedikçe, Türkiye’nin hedefine ulaşması çok güç, belki de imkânsızdır.

Başarmanın tek yolu, topyekûn düzenli ve disiplinli çalışmak, kazancımızı gösterişten uzak, israf etmeden, yerli yerinde kullanmaktır.

Şayet bütün bunları elinizin tersi ile iterek:

-Kahvehane, diskotekleri(kendiniz spor yapmayıp)stadyumları doldurur,

Dinleniyorum diye, bütün yaz boyunca, sahillere, plajlara koşar, geceleri dinleneceğinize zevk-i sefa eder, içki, kumar ve fuhuş ile geçirirseniz, evlilik dışı yaşam tarzını benimserseniz;

-Ölçü ve tartıyı doğru yapmaz, haram yer hırsızlık yaparsanız, Hakka itibar etmeyip, batıl ile yaşarsanız, Ahiret hayatını yok sayarak, yalnız bu dünya için yaşarsanız,

BU sevdadan vazgeçmek gerekir.

SON SÖZ:

Milli birlik ve beraberliğimizi korumak şartıyla; mevcut düzenle, muasır medeniyet seviyesine, kısa ve orta vadede ulaşmak mümkün görülmemektedir.

Continue ReadingBATI MEDENİYETİ SEVİYESİ (1998)

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR, HALK, SOL PARTİLER, ORDU (1997)

BATI MEDENİYETİ

Batı medeniyeti seviyesini yakalama ideali ve bu yolda sarf edilen gayretler; Halk-Sol partiler-Ordu üçgeninde telafi mümkün görünmeyen ve ileride daha vahim neticelere gebe olan çok büyük olumsuzlukları zahirende olsa beraberinde getirmiştir.

HÂKİMİYET:

Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletin olduğuna göre, halkının bağrından çıkan ordusu, halkına karşı neden tavır alıp, dayatmakta ve zorla halkını yönetmeye talip olmaktadır?

Halk, anılan ideali gerçekleştirmeye gönül koymuş, milli ve dini benliğini koruyarak, var gücü ile gayret göstermektedir. Bunda hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Zira Türk Halkı Cumhuriyeti canları kanları pahasına kurmuştur. Bu husus bir ferde veya bir zümreye mal edilmemelidir ve edilemez de!

TÜRKLER:

Türkler, İslamiyet’ten önce de büyük devletler ve medeniyetler kurmuş asil bir millettir. İslamiyet’in kabulünden sonra, birkaç asır içinde Kur’an-ı Kerim’in insanoğlunun yaşamına kattığı büyük imkânlarla ve”inanmışsanız en üstünsünüz”düsturu ile üç kıtaya hâkim olarak dünya devletini kurabilmişlerdir.

DÜNYA DEVLETİ:

Dünya devleti olan Osmanlının kuruluşunda İslamiyet’in rolü asla inkâr edilemez. Diğer yanda bu büyük imparatorluğun çöküşünün, ayrıca ardından kurulan Cumhuriyetimizin, bütün gayretlere rağmen yetmiş seneden beri batı medeniyet seviyesinin üzerine çıkamamasının faturalarını Kur’an-ı Kerim’e kesemezsiniz, kesmemelisiniz!

BÜROKRATLAR:

Bugün devlet yönetimini ellerinde bulunduran sivil ve asker bürokratlar, laiklik kisvesi altında, maalesef din ile hiç ilgisi yokmuşçasına devlet yönetmektedirler. Uhrevi olan Kur’an’ı Kerim ile tamamen dünyevi olan demokrasi ve insan hakları hepsi birey içindir. Yani insanın refahı ve saadeti içindir. Onun canını, malını, namusunu, şeref ve haysiyetini korumak içindir.

ORDU HALK İLİŞKİSİ:

DİNİ BAKIMDAN;

Demokrasi elden gidiyor, yerine şeriat düzeni geliyor, yobazlık hortluyor, Türkiye geriye götürülüyor yakınmaları ilmi verilere göre incelenip değerlendirilmelidir. İrtica, yobazlık, dini kıyafet ile şekilcilik,1400 sene önceki yaşam tarzı benimsenerek uygulanıyor vaveylaları; Kur’an’ı Kerim ile bağdaştırılıp ”O böyle emrediyor”denilmemelidir.

Kur’an’ı Kerim;ben müslümanım diyerek iman eden herkesin uyması zorunlu esaslardan ibarettir

Aile, cemiyet, okul Kur’an’ın içeriğini öğretmemiş, siz de merak edip öğrenmediyseniz, dolayısı ile emirlerini yerine getirmediyseniz, ayrıca etrafınızdakilere de tavır ve hareketlerinizle mani olmaya kalkışırsanız, siz her zaman halkınızla karşı karşıya gelirsiniz.

YAŞAM TARZI:

Silahlı kuvvetlerin komuta heyeti, askeri okula girişinden emekli oluncaya kadarki yaşamlarını ailesi ile birlikte, kışla, lojman, orduevi üçgeni arasında geçirir. Bu bir fasit dairedir. Hizmet yükünün ağırlığı nedeniyle halkın arasına giremeyip, onunla haşır-neşir olamamaktadır. Siyasi, kültürel, ekonomik ve sosyal olayları sadece görsel ve yazılı basından takip edebilmekte ve maalesef onlara akademik kariyer yapma fırsatı da verilmemektedir.

KIŞKIRTMALAR:

Kışkırtmalar, tamamen dış kaynaklı ve Kur’an-ı Kerimi bilmek ve anlamak istemeyen aydınların marifetidir. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra zamanın NATO genel sekreteri Willey Claes’in verdiği”Radikal İslam soğuk savaş sonrası dönemde, batının karşılaştığı en büyük tehdittir”beyanı bunun en açık delilidir.

Nato’nun açıkladığı tehdit, ülkede meydana getirilen kışkırtmalar ve solcu aydınların, medyanın bir bardak suda kopardığı fırtınalar, Silahlı Kuvvetlerin komuta kademesini maalesef büyük ölçüde etkilemiş ve dönüşü olmayan bir mecraya sürüklemiştir.

ASKERLİK SANATI:

Askerlik bir sanattır. Bu sanatı icra edenler yönetimde mutlak itaat ister ve beklerler. Bunun adı mutlakıyettir. Ülkede meydana gelebilecek istikrarsızlıklar nedeniyle bu sanat mensuplarından;(faaliyetleri, yaşayış ve yapıları itibarı ile)demokrasi ile bağdaşmaları beklenmemelidir.18.Bölüm izle

Bu konu; devletin demokrasiyi özümsemiş müesseselerinin, özümsemeyip halen mutlakıyetle yönetilen müessesesine galebe çalması, diğer bir deyişle, bütün erklerin, siyasi otoritenin emrinde olması meselesidir.

Siyasi otoritenin hizmet göremez hale geldiğini bahane ederek, TSK ‘nın müdahaleye yeltenerek, devleti yönetme girişimi, yetmiş senedir demokrasiyi tesis ve yaşatmak için yapılanları yok edeceği gibi, devleti kurtaracağım derken demokrasiyi tahrip eder

Gerçek ve ileri demokrasilerde, devlet yönetimindeki sivil ve asker bürokratlar ve siyasiler, dengeli bir şekilde (hiçbir dayatmaya maruz kalmadan)işlevini sürdürebilmektedir. Türkiye de ise maalesef hiçbir zaman demokrasi ağırlığını bu dayatmacı zümre üzerinde hissettirememiştir. Çünkü demokrasiyi özümsemek; eğitim, kültür ve zihniyet meselesidir. Son 37 yılda yapılan dört askeri müdahale işte bu kafa yapısına sahip olanların eseridir. Bu değişmediği takdirde askeri müdahaleler önümüzdeki senelerde de devam edecektir.

SON SÖZ:

Demokrasi; eğitim, kültür ve zihniyet meselesidir. Tahammül ve hoşgörü gerektirir. İnsanların bir siyasi otorite altında eşit şartlarda yaşamasıdır. Siyasi otoriteye her ne sebeple olursa olsun başkaldırması veya dayatması düşünülmemelidir. Aynı zamanda genellikle çoğunluğun isteklerine uyabilme olgunlunu gösterebilmektir.

Demokrasilerde müesseseler arasındaki koordinasyonu siyasi otorite sağlar.

Demokratik bir ülkede, insanların dini vecibelerini yerine getirmeleri, hiçbir engellemeye veya dayatmaya maruz kalmamalıdır

Continue ReadingTÜRKİYE NEREYE GİDİYOR, HALK, SOL PARTİLER, ORDU (1997)

DÜNYA DEVLETİ (1997)

Yeryüzünde bir Dünya devleti kurulmuştur.

Bu devlet, bütün Dünya’ya hâkim olma yolundadır.

Normal bir devlet gibi organları da mevcuttur.

Meclisi, Yürütme Organları, Ordusu vardır ve dünya sathına yayılmıştır.

Bu devletin temelleri 18nci asrın başında atılmış ve 1789 Fransa ihtilaliyle rüştünü ispat etmiştir.

19ncu asır, dünya devletinin kuruluş hazırlıklarıyla geçirilmiştir.

20nci asrın ilk yarısında, ortam; İdeolojik yapılanmalarla, genel ve mevzi savaşlarla iyice yumuşatılmıştır.

Asrın ikinci yarısında, son hazırlıklar bitirilmiş, yaşadığımız şu günlerde ise, dünya üzerinde, dünyaya hâkim bir tek devletin kurulduğu belirgin hale gelmiştir.

Bunun gerçekleştiğini anlayabilmek için dünyada meydana gelen politik, ekonomik ve askeri olaylara bir göz atmak yeterlidir;

Birinci dünya harbi, planlandığı şekilde, Avrupa’yı ve Orta Doğuyu perişan etmiş, bir dünya devleti olan altı yüz senelik Osmanlı İmparatorluğu çökmüş ve Orta Doğu, ilerde atılacak bazı adımlar için sahipsiz bir konuma getirilmiştir. Dünya aynı zamanda, taban tabana zıt iki büyük ideolojik kampa ayrılmıştır.

İkinci dünya harbi bu kere, bütün dünya ülkelerini kasıp kavurmuş, altı sene insanlığa cehennem azabı yaşatmıştır.

Sonunda atılan iki bomba ile de, istenildiği takdirde, Dünya’nın nasıl yok edilebileceğinin provası yapılmıştır.

Asrın başından ortasına kadar cereyan eden bütün bu olaylarla, tespit edilen bütün hedeflere varılmıştır.

Jeostrateji de; Dünyanın merkezi Orta Doğudur.

Dünyanın kalbgâhıdır.

Kalbgâha hâkim olan ülke dünyaya da hâkim olur.

Dünyanın bir numaralı stratejik maddesi olan petrolün yarıdan fazlası bu bölgeden sağlanmaktadır.

Bu bölge halklarının gelir düzeyleri genelde çok düşüktür. Etraflarına bir etkileri olmadığı gibi, kendilerine de faydaları yoktur. Geri kalmışlığın bütün belirtilerine sahiptirler. Ensesine vur ağzından lokmasını al deyimi, onlar için rahatlıkla söylenebilir.

Bütün ülkelerin desteği ile (Arap ülkeleri hariç) Kalbgâhın göbeğinde, 1948 senesinde, yepyeni, küçücük bir devlet kurulmuştur.

İdeolojik çatışmalar ve soğuk harp sayesinde bu küçük devlet, çok kısa zamanda orta doğunun en kuvvetli devleti konumuna gelebilmiştir.

Kuruluşunun ilanından 19 sene sonra, güney ve kuzey komşularına kafa tutabilmiş ve emelleri doğrultusunda onları, sindirebilmiştir.

Görünürde hiç bir harp sebebi ortada yokken, iki Müslüman ülke: İRAN ve IRAK, on sene devam eden bir ölüm kalım mücadelesi içine itilmişlerdir.

Bu da yetmiyormuş gibi IRAK, KUVEYT tuzağına düşürülmüş, İslam ülkeleri de dâhil, dünyanın sillesini yemek suretiyle, bir daha toparlanamayacak duruma getirilmiştir.

Diğer tarafta; KUVEYT, ARAB EMİRLİKLERİ ve SUUDİ ARABİSTAN, kısa bir zaman içinde telafisi mümkün olmayan ekonomik krizlere sürüklenmişlerdir.

Orta Doğunun son ülkesi konumunda olan TÜRKİYE de PKK terörü ile etkisiz duruma getirilmeye çalışılmaktadır.

Görüldüğü gibi, dünya devleti körfez harekâtıyla, bir taşla pek çok kuş vurmuştur. Böylece, Orta Doğunun istilası için bu bölgedeki ülkeler yumuşatılmış, bütün engeller ortadan kaldırılmıştır.

Vadedilmiş topraklar hayali, hayal olmaktan çıkarılmıştır.

Kalbgâhın istilası an meselesi haline gelmiştir.

Bu tarihi oluşuma, dünyanın bugünkü, ekonomik, politik ve askeri konjonktürü içinde karşı çıkabilecek o denli babayiğit bir ülke mevcut değildir.

Avrupa kendi birliğini oluşturmakla meşguldür.

Japonya’nın politik ve askeri etkinliği hemen hemen yok gibidir. Ekonomik bakımdan etkisi ise bugün için oldukça hissedilebiliyor.

Çin Halk Cumhuriyetinin kısa ve orta vadede bir etkinliği mevzubahis edilmeyebilir.

Dünya Devleti’ni kurma çabaları içinde olanlar; yukarıda değindiğimiz gibi, asrın başında, komünist ideolojiyi kendi elleriyle meydana getirmişler, yetmiş sene sonra yine kendi elleriyle yok etmişlerdir. Bu nedenle Rusya’nın, kısa ve orta vadede bir etkinliği beklenmemelidir.

Bu arada, ufak bir ayrıntıya da değinmekte fayda vardır:

ŞATTÜLARAB’ın doğusunun da, zarar vermeyecek şekilde emniyet altında bulundurulması hayati önem taşımaktadır.

Bunun için, ABD yönetimi İran’a karşı, daha şimdiden gerekli tedbirleri almaya başlamıştır.

İlk etapta, ekonomik ambargo uygulaması konusu gündeme gelmiş bulunmaktadır.

Diğer gelişmeleri hep beraber göreceğiz.

NETİCE:

Başkan CLINTON’ı Hafız Esat’ın ayağına gönderebilen dünya devleti yetkilileri, dünyanın tek hâkimi durumundadırlar.

Dünyanın kaderi şeytan ile dostluk kuran bir avuç insanın elindedir.

Altıbuçuk milyar insan, bu durumu görüpte bir tedbir alamıyorsa işimiz Allah’a kalmış demektir.

Continue ReadingDÜNYA DEVLETİ (1997)

DÜNYANIN KALPGAHI (1997)

 Yetmiş senelik Komünist S.S.C.B. dağılmış,

İki Almanya birleştirilmiş,

Körfez savaşı ile orta doğudaki ülkeler sindirilmiş,

Asıl hedefin gerçekleştirilebilmesi için dengeler altüst edilmiştir.

Bu olayların neticesinde de senelerden beri üzerinde çalışılan düzenin temelleri atılmaya başlanmıştır. Bu düzenin temelini ise Ortadoğu oluşturmaktadır. Nüvesini bugün için İsrail, yakın bir gelecekte vaat edilmiş topraklar teşkil edecektir.

Orta doğunun güneyinde Arabistan yarımadası ve Afrika bulunmaktadır. Yakın, orta ve uzun vadede güneyden askeri bir müdahale beklenmemelidir.

Doğusunda İran bulunmaktadır. İran bölge ile hemhuduttur. Her zaman her hal ve şartta müdahalesi beklenmelidir.

 Dünya üzerinde İslamiyet’in güçlenmesine paralel olarak ve daha rasyonel bir din siyaseti takip ettiği takdirde İran; Orta doğuda yakın, orta ve uzun vadede tehdit unsuru olmaya devam edecektir. İlgili güçler daha şimdiden İran’ı etkisiz hale getirebilmek için faaliyete geçmişlerdir.

Orta doğuya en büyük tehdit ve tehlike kuzeyden gelmektedir.

Boğazları elinde bulunduran Türkiye Ortadoğu’nun içinde yer almaktadır. En önemli stratejik madde haline gelen su kaynakları Türkiye’nin elinde bulunmaktadır.

Ortadoğu’ya hâkim olmaya çalışan ülke, Türkiye’yi daima kendi safında bulundurmaya ve tutmaya mecburdur. Bunu da gerçekleştirmek için üç hareket tarzı mevcuttur

Birinci hareket tarzı: Türkiye’yi istila etmek.

İkinci hareket tarzı: Dünya siyasi, ekonomik ve askeri arenasında Türkiye ile birlikte hareket etmek.

Üçüncü hareket tarzı: Türkiye ekonomisinin içerde ve dışarıdaki etkinliğini elinde bulundurmak.

Barış içinde bir arada yaşama baz alındığı takdirde; ikinci ve üçüncü hareket tarzları risksiz olup, her iki ülke halkları yararına her zaman kolaylıkla gerçekleştirilebilir. Bu birliktelik bütün insanlık âlemi için prototip olabilir. Laik bir düzen içinde “sizin dininiz size, benim dinim bana”emri muvacehesinde hayata geçirilebilir. Böylece bütün insanlık âleminin ebedi sulh ve sükûna kavuşabilmesi için, ilk tohumlar şimdiden atılmış olur.

SON SÖZ:

Kalpgaha hâkim olan, dünyaya da hâkim olur. Elinde bulundurduğu sürece hâkimiyetini devam ettirebilir.

Continue ReadingDÜNYANIN KALPGAHI (1997)

GÜNDÜZ VE GECE(1996)

 Kendisine, ailesine, topluma ve milletine faydalı olabilen herkes hayırlı bir insandır. Onlar her şeyden önce şuurlu bir disipline sahiptirler. Yemeleri, içmeleri, yatmaları, kalkmaları, sağlıklı olmaları ve hep-sinin ötesinde yararlı işler yapabilmeleri ve Salih ameller ortaya koymaları, sahip oldukları bu haslete sıkı sıkıya bağlı olmalarındandır.

Onların çokluğu toplumun yücelmesine ve medeniyet seviyesinin artmasına en büyük ve başlıca etkendir. Azlığı ise toplumun çökmesine ve hatta yok olmasına sebep teşkil eder.

İnsan çalışmak ve yaradanına kulluk etmek için var edilmiştir. Aksi tutum ve davranışlar ise Allah’a karşı gelmek ve O’nu tanımamak demektir.

Çalışan insan kazanmak suretiyle; kendisinin, çalıştırdığı kimselerin ve dolayısıyla toplumun refah seviyesini yükseltmiş olur

Çalışmak ibadet olduğuna göre insan, uyku hariç günde onaltı saatini ibadetle geçiriyor demektir.

Hayatını bu şekilde geçirenlere ne mutlu!

Öte yanda yirmi dört saatini eğlence, zevk-i sefa ile geçirenler bulunmaktadır. Kazançları araştırıldığında; zengin ve müsrif mirasyedi oldukları veya gayrimeşru yollardan(kumar, fuhuş, hırsızlık, dolandırıcılık gibi)elde ettikleri görülmektedir. Böyle insanlara büyük şehirlerde çok sık rastlanmaktadır. Tek düşünceleri zevk-i sefa ile bencil duygularını tatmin etmek, toplumun değer yargılarını ve yaşam biçimini dikkate almadan, geceleri ters yüz ederek menfur emelleri doğrultusunda kullanmaktır.

Bu gibilere şu Ayetleri okumalarını ve düşünmelerini salık veririz;

-2(22)  O,yeryüzünü size bir döşek ve göğü de bir bina kıldı…

10(67)  Size geceyi dinlenesiniz diye karanlık ve gündüzü de çalışasınız diye aydınlık olarak yaratan Allah’tır. Kulak veren millet için bunlarda ibretler vardır.

İbret almayanlar bu dünyada ve öbür dünyada, tutum ve davranışlarının sonuçlarına katlanacaktır.

SON SÖZ:

Elektriğin icadı; insanlığın nurlu yollarını daha iyi aydınlatacağı yerde, gecelerini gündüze katıp çalışmayı ve ibadeti değil, eğlenmeyi, zevk ve sefayı yeğleyenlere söylenecek sözümüz şudur: Geliniz bu kötü davranışlardan vazgeçiniz, Allah’a karşı gelmekten sakınınız, insan hayatının bir göz kırpması kadar kısa olduğunu unutmayınız. İnsan olmanın hazzını ve onurunu yaşayarak, birazda sonsuz hayat için hazırlık ve yatırım yapınız.

Continue ReadingGÜNDÜZ VE GECE(1996)

ÖLÇÜ VE TARTI (1996)

 Günlük hayatımızda, alış veriş kaçınılmaz bir olgudur. İnsanoğlu yaşamını devam ettirebilmek için, bir şeyler almakta veya satmaktadır. Bugün bir şeyler alıp-satmadan yaşayabilen insan düşünülemez. Şöyle veya böyle herkes bir alışverişin içindedir

Alışverişin son derece dürüst ve hakça yapılması gerekir. Zira eğriliğe kaçtığınız anda günaha girersiniz. Bunun hesabını da bu dünyada ve ahrette kesinlikle verirsiniz.

Aynı malı pazarlayan yan yana iki mağazada, fiyatların farklı olduğunu çok zaman müşahede etmişsinizdir. Bu farklılık ticaret erbabının dürüst davranmamasından, ölçü ve tartıyı doğru ve tam yapmamalarından kaynaklanmaktadır.

-4(29)  Ey inananlar, mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yiyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin. Allah şüphesizdi size merhamet eder.

-4(30)  Bunu kim aşırı giderek haksızlıkla yaparsa, onu ateşe sokacağız. Bu, Allah’a kolaydır.

-6(152) Ölçüyü ve tartıyı doğru yapın…

-11(84) Ölçüyü tartıyı eksik tutmayın…

-11(85) Ölçüyü ve tartıyı tamamı tamamına yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin    

-17(35)Bir şeyi ölçtüğünüz zaman, ölçüyü tam tutun, doğru terazi ile tartın. Böyle yapmak, sonuç itibariyle daha güzel ve daha iyidir.

-55(7)  O,göğü yükseltmiştir; tartıyı koymuştur.

-55(8)  Artık tartıda tecavüz etmeyin.

-55(9)  Tartmayı doğru yapın, tartıyı eksik tutmayın.

-83(1-3)İnsanlardan, kendileri bir şeyi ölçerek aldıkları zaman tam alan; ama onlara bir şeyi ölçüp tartarak verdiklerinde eksik tutan kimselerin, vay haline.

Ölçüyü ve tartıyı eksik tutarak haksız kazanç sağlayan kişiler, işledikleri günahların hesabını elbette vereceklerdir. Ancak, bakmakla mükellef oldukları kimseler, belki farkında olmadan onların haksız kazançlarından etkilenerek, dolaylı yoldan günaha gireceklerdir. Bundan dolayı, günaha girmemek için şu iki Ayet-i Kerimeyi hatırımızdan çıkarmamalıyız, her adım atışımızda göz önünde bulundurmalıyız:

-50(16)  And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.

-50(17-18)  Sağında ve solunda, onunla beraber oturan iki alıcı melek yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zapt ederler.

SON SÖZ:

Kendinizin ve bakmakla yükümlü olduğunuz kimselerin günahkâr olmaması için; ölçüyü ve tartıyı doğru yapınız, haram ile nefsinizi mahvetmeyiniz. Tartı ve ölçü konusunda ailenize ve etrafınıza örnek olunuz. Ahlakınızı bu yolda pekiştiriniz.

Allah’ın size şahdamarınızdan daha yakın olduğunu, söylediğiniz her sözün zapt edildiğini daima hatırlayınız.

Continue ReadingÖLÇÜ VE TARTI (1996)

DİN ÖĞRETİMİ (1996)

 İnsan doğduğu andan itibaren öğrenmeye başlar. Yedi yaşına kadar aile ocağında, sonra ilk, orta ve lise eğitimi ile onsekiz yaşa ulaşılır.

Dört sene üniversite, iki sene ihtisas, dört sene doktoradan sonra belirli bir ilim dalında söz sahibi olma konumuna gelinebilmektedir.

Yaklaşık otuz yıllık süreçte, okul hayatı dışında; ailesinin, arkadaşlarının ve toplumun da öğretim ile ilgili az veya çok katkıları olmaktadır

İnsanoğlu böylece, güzeli – çirkini, iyiyi-kötüyü, eğriyi-doğruyu, haklıyı –haksızı, dostluğu-düşmanlığı, şerefliyi-şerefsizi, ahlaklıyı-ahlaksızı ayırt edebilecek bir olgunluğa erişebilmekte, toplum ve gördüğü eğitim ve öğrenim de olgunluğunun derecesini etkileyip belirlemektedir.

Bugün yetmiş yaşındaki bir insanın;

Yedi yaşına kadar ailesinden, daha sonra okuldan ve toplumdan, Kur’an-ı Kerim ile ilgili temel bilgiler almamışsa ve kendisi de bu konuda bir gayret göstermemişse, var ediliş hikmetinin aksi tutum ve davranışlar, sapıklıklar içine girmesi yadırganmamalıdır.

Allah Kur’an-ı Kerimi Hz. Muhammed’e vahiy yolu ile öğretmiş; O’da aynen etrafına ve onlarda kendilerinden sonra gelenlere belletmek suretiyle bu günlere gelinebilmiştir. Demek ki Kur’an-ı insanoğluna birileri öğretmelidir. Öğreten aile, okul veya toplum olabilir. Aile öğretmemişse bu vazifeyi okul veya toplum yapabilir; ancak toplumun bunu planlı, programlı tüm yurtta uygulaması çok zor hatta belki de imkânsızdır.

İmam Hatip liseleri ve İlahiyat Fakülteleri, toplumun çok küçük bir bölümüne Kur-anın Arapçasını ve mealini öğretmekte, yaygın olan Kur-an Kursları ve diğer müesseseler ise yalnız Arapçasını okumayı öğretip, meali üzerinde ise hemen hemen hiç durmamaktadır.

Toplumun geri kalan büyük bölümüne tebliğ ise Türkçe Meal ile yapılabilir. Asıl olan bütün insanların Yüce Kitabımızın içeriğini öğrenebilmesidir. Çünkü bu içerik insanı cezbeder ve son nefesine kadar bu cazibenin dışına çıkamaz ve O’ndan uzaklaşamaz.

Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, planlı, programlı, ciddi ve sağlıklı bir şekilde Kur’an-ı Kerim Mealini öğrenmenin yolu ve yeri okullardır.

İlk, Orta, Lise ve Üniversitede her yaş gurubunu ilgilendirecek Ayetlerin Mealleri, modern öğretim yolları ile açıklanıp öğretilebilir. Yüce Kitap ile böylece tanışılırsa, insan Allah’ın Hidayeti ve İnayeti ile ömrünün sonuna kadar elinden bırakamayacağı, ona nurlu yolu gösteren, yaşamının her safhasında onunla beraber olan, en güzel ve en hayırlı, eşsiz dost’a ve arkadaşa kavuşmuş olur.

SON SÖZ:

-96(1)Yaratan Rabbinin adıyla oku.

Bütün kötülükleri önlemenin biricik yolu; çok üstün hasletlere sahip olan insanımıza Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Mealini her ne şekilde olursa olsun öğretmektir. Böylece;

Kötülüğün, eğriliğin, çirkinliklerin, haksızlığın, şerefsizliğin ve ahlaksızlıkların, düşmanlığın kısa zamanda ortadan kalktığını hep birlikte görebileceğimiz gibi, dünyaya örnek bir toplumun da temelini atmış oluruz.

Continue ReadingDİN ÖĞRETİMİ (1996)

End of content

No more pages to load