MEDYA’NIN SİLAHŞÖRLERİ (2006)

Kalemlerini silah gibi kullanıp; bireyleri ve toplumu düşünsel ve bedensel sindirme, kınama, kötüleme, aşağılama yöntemleri ile yıldırmaya çalışmaktadırlar. İslamiyet’le ilgileri olmadığı gibi ona karşıdırlar. Günlük her türlü haber ve olayı bahane ederek İslamiyet’e fütursuzca saldırırlar. Diğer dinlere hiç bulaşmazlar. Ayrılıkçı ekalliyetlerin, masonların, dönmelerin ve dinsizlerin borazanlığını yaparlar. Bazıları ılımlı ve uysal olduklarını yansıtmak isterler, çoğu ise bu yolun katıksız silahşörleridir.

Türkiye’nin birliği ve bölünmez bütünlüğü, laiklik, insan hakları, demokrasiyi koruma adına yazdıklarını ve gayret sarf ettiklerini her vesile ile açıklarlar. Fakat madalyonun öbür yüzüne baktığınızda; İslamiyet’i aşağılamaktan geri durmazlar, her şeyi kendilerinin bildiğini zannederek halkla alay ederler ve bununla gurur duyarlar. Sayıları nereden bakarsanız bakınız on bini geçmez ancak her vesile ile yetmiş küsur milyon insana hükmetmeye kalkışırlar. Batı hayranı ve onların yardakçısıdırlar. Bütün emelleri bu ülkenin batının hegemonyasına girmesidir.

Yazılı ve görsel medyada bütün kapılar onlara ardına kadar açıktır. Bu kuruluşlardan bazıları isimlerinin sonuna Türk kelimesini ilave ederek halkı etkilemeye çalışsalar bile, bu millet onların piyon olduğunu anlayacak sağduyuya sahiptir.

Karalayıp aşağılamaya çalıştıkları kitlelere gelince:

İmam Hatip kökenli olduğu için başbakanı içlerine sindiremezler! TC. Devletinin resmi okulları olduğu halde mezunlarını ikinci sınıf vatandaş addederek pervasızca dışlarlar.Örneğin:

Dış politikayı realist ve başarılı bir şekilde yürüten hükümeti”Hamas liderinin Türkiye’yi ziyareti”nedeniyle,

Bir yazarın süper dış politika uzmanı edası ile”HANGİ AKLI EVVEL”deyimini kullanarak aşağılaması,

Aynı ziyaret ile ilgili olarak seçkin bir gazetenin ”YAHUDİ LOBİSİ AYAKTA”manşeti ile Türk milletini küçümseyerek, kimden yana olduğunu gözler önüne sermesi

Continue ReadingMEDYA’NIN SİLAHŞÖRLERİ (2006)

PAPA 16. BENEDICT (2006)

Bizans İmparatoru II. Manuel Paleologus 14. yüzyıl sonlarında Peygamber Hz. Muhammed için aşağıdaki sözleri sarf etmiştir;

“O insanlığa getirmiş olduğu “YENİ” hiçbir şey yok, “Yalnızca şer (kötü) ve insanlık dışı şeyler” demiştir.

6 asır sonra, 12 Eylül 2006 tarihinde PAPA 16. Benedict, Paleologus’un yukarıdaki çirkin yorumunu iktibas (alıntı yaparak) ederek bütün dünyaya duyurmuştur.

Bu herhalde, bugünkü medeni âlemde en bağnaz bir yorum ve olaydır.

PALEOLOGUS Kur’an-ı Kerim’i bilmeyebilir! Fakat Papa’nın Kur’an-ı Kerim’i bilmemesi, kabul edilebilecek bir durum da değildir.

Bu kısa açıklamalardan sonra konumuza girelim. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Allah; Peygamberi Hz. Muhammed için konumuzla ilgili vahyettiği ayetlerden bazıların şunlardır:

2/151   Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resul gönderdik.

4/80 Kim Resul’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur...

21/167 Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.

25/56   Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.

33/40   Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat O, Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah ve melekleri, Peygambere çok salâvat getirirler. Ey müminler!

Siz de ona salâvat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.

33/57   Allah ve Resulünü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır.

34/28   Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmez.

48/13  Kim Allah’a ve Resulüne iman etmezse bilsin ki Biz, kâfirler için çılgın bir ateş hazırlamışızdır.

48/28  Bütün dinlerden üstün kılmak üzere Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter.

 48/29   Muhammed Allah’ın elcisidir…

58/20   Allah’a ve Peygamberine düşman olanlar, işte onlar en aşağıların arasındadırlar. 

61/6 Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey İsrail oğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen TEVRAT’I doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim demişti…

64/12  Allah’a itaat edin,   Peygamber’e de itaat edin.   Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen apaçık bir duyurmadır.

68/4 Ve sen elbette yüce bir ahlak üzerindesin.

69/40  Hiç şüphesiz O (Kur’an) çok şerefli bir elçinin sözüdür.

SON SÖZ:

Sayın Papa Hazretleri; Hz. Peygamber için söylediklerinden ötürü yukarda sıraladığımız ayetlerden nasibini dünyada ve ahirette herhalde alacaktır.

Başta Papa Hazretleri olmak üzere bütün insanların KUR-AN’I Kerim’i okumasını tavsiye ederiz.

Continue ReadingPAPA 16. BENEDICT (2006)

ECEVİT’İN CENAZE TÖRENİ (2006)

Eski Başbakanlardan Bülent ECEVİTin cenaze töreni ve cenaze namazı 11.11.2006 tarihinde yapılmış ve aynı gün Devlet Mezarlığında toprağa verilmiştir.

Sabah; cenaze hastaneden alınmış DEMOKRATİK SOL PARTİSİ (DSP) Genel Merkezine getirilmiş, daha sonra TBMM’e ve oradan da KOCATEPE CAMİİNE cenaze namazı kılındıktan sonra da büyük bir halk topluluğu ile birlikte Devlet Mezarlığına defin işlemi gerçekleştirilmiştir.

Cenaze namazı hariç bütün aktiviteler normal ve doğal bir şekilde yerine getirilmiştir.

Cenaze namazına gelince:

Mevtanın yakınları, dostları, kader birliği yapmış insanlar ve halk kitleleri vakit namazını camide kıldıktan sonra cenaze namazını, arzu edenler cami içinde ve diğerleri de cami avlusunda eda edebilirler. Bu bir kuraldır ve düzendir. Bilindiği gibi vakit namazı farzdır, Allah’ın emridir. Cenaze namazı ise Farz-ı kifaye olup toplum olarak sorumluluk yükler.

Farz ı yerine getirmeyip, Farz-ı kifayeyi yerine getirirseniz basit bir ifade ile ŞIK olmaz. Camiye gelip vakit namazını ve cenaze namazını kılmazsanız, bu da Müslüman’a ve Müslüman bir topluma hiç yakışmaz.

Camiler Allah’ın evidir ve ibadet mahalleridir. Vakur, sessiz ve huşu içinde Allah’ın huzurundaymış gibi davranmak mecburiyeti vardır.

Cami avlusunda Müslümanlar miting alanındaymış gibi bağırıp, çağırıp slogan atamazlar, namaz kılmaya gelmiş olan Hükümet üyelerini yuhalayamazlar. Bu davranışlar, ne insanlığa ve ne de Müslümanlığa sığar.

“Türkiye laiktir, laik kalacak” diyerek bağıranlar, hayatında namaz kılmadıkları halde cami avlusuna girip de cenaze namazına duranlar veya namazı kılmayarak orada toplananlar açık yüreklikle ifade edelim ki dini siyasete alet edenlerin ta kendileridir. Bunlar dini kabul etmeyerek, alay edercesine aşağılayanlardır.

İstanbul’un nüfusu Ankara’ya nazaran çok daha yüksek olduğu halde, bu gibi davranışlara, İstanbul’da pek rastlanmamaktadır. Aksine, maalesef, bürokratların bol olduğu ANKARA’da ise sık sık karşılaşılmaktadır.

İDEOLOJİK bir tutum ve davranış mevzu bahis değilse; bürokratların sade vatandaşlardan daha az dini bilgiye sahip oldukları neticesine varılabilir.

 

Nitekim 12 EYLÜL 1980 ihtilal inin baş mimarı ve cumhurbaşkanı olan Zat’ı Şahane 18.7.2005 tarihinde Hürriyet Gazetesinde yayınlanan söyleşisinde:

Ben namaz kılmıyorum, oruç tutmuyorum, hacca gitmiyorum, zekât’ta vermiyorum diyebilmiştir.

Cumhurbaşkanı bu şekilde konuşursa siz Cumhur’dan ne bekleyebilirsiniz! Cumhur’a örnek olması gerekmez mi?

Bu akil insanların yandaşları yerli yersiz meydanlara çıkacak kahrolsun ŞERİAT ( Kasıt Kur-an’ı Kerim’dir ) ve Türkiye Laiktir laik kalacak yaygaraları, dini siyasete alet etmelerinden başka bir şey değildir. Hâlbuki İslamiyet hepimizin ortak paydası olarak algılanmalıdır. Ona dil uzatılması, istismar edilmesi, siyasetin içine çekilmesi hepimizi çok üzmekte ve rencide etmektedir.

Dinin laiklik çerçevesinde siyasiler tarafından algılanmaması yaygın hale gelmiştir. Bu gibi davranışlar hem kendilerine hem de topluma fazlasıyla zarar vermektedir. Milli birlik ve beraberliğimiz sabote edilmektedir.

Dış düşmanların yapamadıklarını, bunlar fütursuzca yapabilmektedirler.

Laiklik; dinsizlik demek değildir.

Laiklik; dini vecibeleri; hiç bir baskı altında olmadan, sağduyu ile hareket ederek yerine getirmek demektir.

Bu şekilde hareket edildiği takdirde LAİKLİK “ADAM olmak demektir.” Aksi ise Lafı güzaftır.

SONSÖZ: Ey sağduyu sahibi kardeşlerimiz gelin, vakit kaybetmeden Kur-an’ı Kerim’in mealini inceleyin, elverdiği kadar onunla amel etmeye çalışın.

Namaz ve Cuma namazı FARZ olup Allah’ın emridir.

Laik devlet Allah’ın Kitabı olan Kur’an-ı Kerime karşı tavır sergilememelidir.

Namazı ve Cuma namazını kılmayı bürokratlarına sağlayamayan Devlet olsa olsa SAPTIRILMIŞ LAİK bir devlettir.

İstanbul 20.11.2006

Continue ReadingECEVİT’İN CENAZE TÖRENİ (2006)

DANIŞTAY’A SALDIRI (2006)

17 Mayıs 2006 tarihinde, bir çağdışı şeriatçı avukatın tek başına, danıştay’a baskın düzenleyip 2. Daire üyelerinden birinin ölmesi, diğer dördünün de yaralanması olayı; birkaç günlüğüne zahiren de olsa ülkede sanki bir karışıklık varmış gibi bir havanın yaratılmasına sebep olmuştur. Bunu yaptıranların bir taşla birkaç kuş vurmak istemeleri, aynı zamanda da tertipçilerin de kimler olabileceğini ele vermektedir.

Ertesi gün sabahın erken saatlerinden itibaren, sözde ATATÜRK’çü olan tahsilli, tahsilsiz on binlerce insan alkışlarla Anıtkabir’de ATATÜRK’ÜN mozolesinin önünden geçerek nasıl bir ideolojiye sahip olduklarını ortaya koymuşlardır. Anıtkabirde alkışlarla şamata yapılması şöyle dursun, bu kutsal mekânda fısıldamak bile Atatürk’e, TÜRK’lüğe ve dinimize saygısızlıktır. Anıtkabir’i senelerce ziyaret ettik. Törene katılanların hepsinin çıt çıkarmamak için adeta nefes bile almadan huşu içinde tazimde bulunduğunu her zaman hatırlarız.

Bu alkış olayına Genel Kurmay Başkanlığımız niye meydan vermiş ve müsaade etmiştir, anlamakta güçlük çekmekteyiz.

Yoksa Anıtkabir’in yönetimi ve korunması sorumluluğu Genel Kurmay Başkanlığından alınıp ideolojik bir kuruma mı devredilmiştir!

Öğleden sonra ikindi vakti, cenaze namazının eda edilmesi için Kocatepe Cami’inin avlusunda toplanan aynı ideolojiye sahip topluluk; Anıtkabir’deki hezeyanı devam ettirmiş, caminin Allah’ın evi olduğu dikkate alınmamış, cenaze namazı kılmaya gelen zevata saldırılmış, yuhalanmış, hükümetin istifa etmesi istenmiş, katil Başbakan sloganları ortalığı çınlatmış, cami avlusu ideolojik bir siyasi partinin miting alanına dönüştürülmüştür.

Geçmişteki tutum ve davranışlarıyla (İsmet İnönü’nün CHP Başkanlığından düşürülmesi ve meclisteki Merve Kavakçı olayları) zihinlerde iz bırakan eski Başbakan, sağlık durumu elvermediği halde, Laiklik şehidine son görevimi yapmalıyım diyerek cami avlusunda boy göstermiş, hezeyan içindeki topluluğa destek vermek istemiş, o esnada beynindeki kanama başlamış, aynı gün akşam komaya girmiş, tıbbi müdahaleye rağmen bugüne dek durumunda bir düzelme olmamıştır.

Danıştay’a saldırıdan ve ertesi gün Anıtkabir ve Kocatepe Cami’inde yaşananlardan sonra Sayın Genel Kurmay Başkanı; basına da intikal eden şu değerlendirmeyi yapmıştır: ‘”Danıştay’a yapılan saldırı tamamen gerici, terörist silahlı bir eylemdir. Bu eylemi gerek yapanları, gerek eylemi gerekse bu eylemi yapan kişiyi yaratan zihniyeti tamamen kınıyoruz. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız çok güzel bir şekilde dile getirdi. Dilerim, bu gibi olaylar tekrar olmaz. Gösterilen reaksiyon, halkın duyarlılığı hakikaten takdir edici… Ancak bu bir tek güne, bir tek olaya reaksiyon olarak kalmamalı, daimilik kazanmalı, devamlı olarak herkes tarafından takip edilmeli. Olayı Silahlı Kuvvetler olarak şiddetle kınıyorum.

Tayyip Erdoğan’ın Genel Kurmay Başkanı’nın beyanına tepkisi: “Türk Silahlı Kuvvetleri kime bağlı, BAŞBAKAN’A. Oraya bu tür hareketleri ve tepkileri makul karşılamak ve devamını istemek tasvip edilemez. ,Ülkede sorumluluk mevkisinde olan insanların söylediği her sözün bir bedeli vardır. Bu piyasaları etkiler. İç huzuru etkiler. Huzuru, barışı, sevgiyi daha ileri taşımak için tüm kurumlar el ele vermek zorundayız.”

Amerikan basını daha da ileri giderek ‘Tayyip Erdoğan tetiği çekmemiş olabilir, ama kesinlikle silahı sağlayan kişidir.” diye yazabilmiştir.

20.05.2006 tarihli Hürriyet gazetesinde, başyazar şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Bir tetikçi, elindeki silahla TÜRK toplumunu paramparça edecek muazzam bir el bombası etkisi yapabildi. Bu hepimiz için ürkütücü bir gerçektir.”

Bu üç beyandan, tetikçilerin kimler olabileceğini vatanını seven sağduyu sahibi halkımıza bırakıyoruz.

Olayın seyrine bir göz atalım:

Binadaki görüntü kameraları arızalı oldukları için olaydan bir gün önce tamire gönderilmiştir.

Suikastçı bir gün önce binaya gelmiş ve keşif yapmıştır.

Böylece ertesi gün, suikastçı, belinde tabancası olduğu halde elini kolunu sallayarak toplantı odasına girmiş ve üstlendiği görevi hiçbir engelle karşılaşmadan kusursuzca yerine getirmiştir. Bunun ardından, hemen muhalefet partisi lideri “siyasete kan bulaşmıştır” beyanını patlatabilmiştir. Birkaç saat içinde, çok seri bir şekilde delil toplayıp, olayı değerlendirerek karara varmak her faninin işi değildir. Dünyada eşine çok ender rastlanan bir vakadır.

Dava devam etmektedir. Bekleyelim neticesini hep beraber göreceğiz.

Heybeliada, TEMMUZ 2006

Continue ReadingDANIŞTAY’A SALDIRI (2006)

DÜNYA HÂKİMİYETİ ORTADOĞU TÜRKİYE (2005)

Dünyaya şekil veren bir oluşum:

18.Asrın başında, herkese açık, sosyal amaçlı, dini yönü olmayan bir oluşum gerçekleştirildi.1789 Fransız ihtilali ile rüştünü ispat etmiş, kimlik kazanmış olan bu oluşum ülkelerin yönetiminde söz sahibi olan, seçkin erkekleri bir araya getirmiş ve bu insanlar arasında sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı temel almıştır.20nci asrın ilk yarısında dünya devleti olan Osmanlı imparatorluğunun çöküşü hızlandırılarak gerçekleştirilmiş, dünya yetmiş sene sürecek komünizm ideolojisi ile karşı karşıya bırakılmıştır.

İki dünya savaşı ile insanlık âlemi büyük yaralar alırken, orta doğunun göbeğinde, Müslümanları hançer gibi ikiye bölecek şekilde (bu oluşumun büyük gayretleri ile) yeni ve küçük bir devlet kurulmuştur.

Yirminci asrın ikinci yarısındaki olaylar, Sovyetler Birliğinin dağılması, komünizmin çöküşü, yeryüzünde çok güçlü bir elin varlığını açıkça hissettirmeye başlamış, diğer tarafta dini yönü olmadığını iddia eden bu oluşum asrın sonunda İslamiyet’i hedef olarak seçtiğini açıklamıştır. Nitekim bu açıklamanın üzerinden 6-7 sene geçmeden,21nci asrın başında 11 Eylül 2001 de Newyork’taki dünya ticaret merkezinin ikiz kuleleri, dünya kamuoyunca da halen bilinmeyen eller tarafından yerle bir edilmiştir. Faturası da Müslümanlara kesilmiştir. Bu faturanın bedelini tahsil etmek için ABD Silahlı kuvvetleri harekete geçirilip önce Afganistan ardından Irak uydurma ve sudan bahanelerle işgal edilmiş, yüz elli binden fazla Müslüman evladı öldürülmüştür. Her iki ülkenin de işgali halen devam etmektedir. Öte yandan büyük orta doğu projesi ile de orta doğudaki Müslümanlar yok edilme tehdidi ve baskısı altında tutulmakta sıranın onlara geleceği bütün dünyaya her vesile ile duyurulmaktadır.

Bütün bu olup bitenlerin gayesi nedir?

Dünyada Müslümanların yoğun olduğu bölgeler hedef alınarak, tümünü sindirmek ve yok etmek.,

Petrol ve diğer enerji kaynaklarını ele geçirerek kontrol altında tutmak.,

Orta doğuyu kontrol altında tutarak vaat edilmiş toprakları İsrail’in emrine sunmak,

Bahse konu oluşumun ABD yi kullanarak bütün dünyayı ele geçirmek ve yönetmek düşüncesidir.

Dini bir yönü olmadığını açıklamalarına rağmen, bu oluşumun içinde Yahudiler ve Hıristiyanlar elele verip sözde Müslüman üyelerin de desteğini alarak birlikte çalışıp, Müslümanları ortadan kaldırmak veya kendi saflarına çekmektir.”Bendensin-onlardansın”ın gerçek anlamı aslında budur.

Avrupa Birliği , ABD nin Türkiye’yi istila edip Müslüman kimliğinin yok edilmesini can-ı gönülden istemektedir (İberik Yarımadasında olduğu gibi).Kıbrıs konusundaki tutumu, sözde Ermeni soykırımı konusundaki yaklaşımı ve başından beri PKK ya arka çıkması bunun açık bir göstergesidir.

1 Mart 2003 tezkeresi TBMM de kabul edilse idi bile ABD Türk askerinin Irak’a girmesine razı olmayacaktı. Kanaatimizce, ABD. nin niyeti; Türkiye’nin güney doğusunu kullanarak Irak’a girmek ve İncirlikte olduğu gibi güney doğu Anadolu’da sürekli kalmaktı. Sabiha Gökçen ve daha birçok hava alanını; Trabzon, İskenderun, Mersin limanlarını kullanma talepleri bu düşünceyi doğrulamaktadır. Bu istekleri reddedilince, Orta doğuyu işgal planları(İran ve Suriye dâhil) çok zora girmiş, hatta imkânsız hale gelmiştir.

ABD. Orta doğuda başarılı olabilir mi?

Orta doğu harekâtının en zayıf halkası, kıtalar ötesi bir operasyon oluşudur. ABD neresi? Orta doğu neresi? ABD’nin bu harekâtı uzun süre devam ettirmesi ekonomik, sosyal, moral gücü açısından ve insani değerlere hiç yer verilmediği için imkânsız gibi görünmektedir. Hiç bir mantığa, düşünceye, izana yer vermeyen, stratejik, jeopolitik ölçülere sığmayan bu harekâtı, aklıselim ve sağduyu sahibi ABD. Halkının kabul etmesi mümkün görünmemektedir. Bekleyip göreceğiz.

TÜRKİYE NE YAPMALI?

Türkiye 1 Mart Tezkeresini TBMM den geçirmemekle Orta doğu için en büyük ve menfaatlerine en uygun adımı atarak ABD ile komşu olmuştur. Türkiye AB ve Rusya ile ilişkilerini her yönde pekiştirirken, ABD’ye taviz vermeden bekle gör politikasını uygulamalıdır.

PKK’ya karşı kendi gücü ile sonuna kadar (Kürt vatandaşlarını himaye ederek) mücadeleye devam etmeli, taviz vermemeli,1990 larda olduğu gibi zafiyet göstermemelidir.

Yurt sathında milli birlik ve beraberliği, istiklal harbi ruhu ile pekiştirmeli, ekonomik atılımlara devam etmeli, her birey askeri gücün temelinin ekonomik güç olduğunu daima göz önünde bulundurmalıdır.

Dışarıdan gelebilecek kışkırtmalara daima hazırlıklı olarak, derhal karşı propaganda ile savuşturulmalıdır. Ülkeyi etkilemesine hiçbir zaman meydan verilmemelidir.

Türkiye’nin konumu hiçbir ülkeninkine benzememektedir. Bu itibarla; büyük devletler ülkemizi parçalayıp bölmeye çalışırken, biz Ata’mızın emanetine ayrılığa meydan vermeden var gücümüz ile sahip çıkmalıyız.

Continue ReadingDÜNYA HÂKİMİYETİ ORTADOĞU TÜRKİYE (2005)

İNSAN VE KUR’AN-I KERİM (2001)

Bir insanın doğumundan ölümüne kadar bir şeyler öğrenebilmesi için, birileri tarafından ona öğretilmesi veya gösterilmesi gerektiğini hepimiz biliriz.

İslamiyet’in Kitabı Kur’an-ı Kerimdir, onun içeriğini bilmiyorsanız İslamiyet’i de bilmiyorsunuz demektir. İçeriği öğrenmenin iki yolu vardır; kendi kendine okuyarak veya başkası tarafından öğretilerek. Hiçbir yolla bu içeriği öğrenmemiş bir ferdin sosyolojik olarak patlamaya hazır bir bomba gibi olduğu kanaatindeyiz. Çünkü eğitim düzeyi her ne olursa olsun, her an bir skandala sebebiyet verebilir. Yalan söylemekten, iftira etmekten, haksızlık yapmaktan, hırsızlıktan çekinmez. Etrafındakileri yaralayabilir ve belkide hatta öldürebilir. Fütursuzdur.

19.2.2001 günü saat 09.45’te MGK toplantısında, Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın sebep oldukları skandal buna çok açık bir örnektir.

Ülkemizde böyle! Ya dünyadaki diğer ülkelerde nasıl? Bize nazaran daha kötü, insan haysiyet ve onuru ile bağdaşmayacak niteliktedir. Şöyle ki: ABD Başkanının Beyaz Saraydaki çalışma odasında stajyer bir kız ile oral seks yapması; anlatmaya çalıştığımız düşüncelerin açık seçik göstergesidir.

Ülkemizde bu sosyolojik hastalığın tedavisi için tutulacak yol bellidir. Laik devlet bir an önce Kur’an Mealini insanımıza ya öğretmeli veya öğrenebilmesine imkân vermelidir. Etkili ve daha çabuk sonuca varacak başka bir yol varsa bilenlerce açıklanmalı ve uygulanmalıdır.

İnsanımızı; Mezhep ayırımcılarının ve bölücülerin elinden, tarikatlardan, irticadan, yobazlıktan, hurafelerden, haksızlıklardan, aşırı tepki vermekten ve aşırı davranışlardan korumanın en güzel yolu budur. Çünkü Kur’an-ı Kerim Âlemlere öğüt, Müminlere şifa ve rahmettir.

SON SÖZ:

Meali öğrenerek, Kur’anın içeriğini anlar ve uygularsak; Devletini dolandırmayan, hırsızlık yapmayan, haksız kazanç sağlamayan, fuhuş yapmayan, birbirini yaralamayan ve öldürmeyen güzel insanlardan oluşan bir topluluk haline gelebiliriz.

Bu yazı: Banka hortumlayanlara, hayali ihracat yapanlara, haksız vergi iadesi alanlara, devleti dolandıranlara, hırsızlık yapanlara, fuhuş yapanlara, ırz düşmanlarına, birbirini yaralayanlar ve öldürenlere İTHAF OLUNUR!

Continue ReadingİNSAN VE KUR’AN-I KERİM (2001)

HZ. KUR’AN –ANADOLU – SEVR (2000)

Laik Devlet; çoğunluğu Müslüman olan bu ülkede, Hz. Kur’anın mealine sahip çıkmalıdır.

Hz. Kur’anın meali eğitim ve öğretim kurumlarında ele alınıp açıkça anlatılmalıdır.

Hz. Kur’anın mealinin tüm iletişim gereçleri ve medya yoluyla ele alınmasına imkân tanınmalıdır.

Laik devlet Hz. Kur’anın mealine sahip çıkmadığı takdirde boşluğu:

Cahillerin ve yobazların,

Siyasi partilerin, örgütlerin ve çıkarcı çevrelerin,

Hz. Kur’anı yok etmek, Anadolu’dan kökünü kazımak isteyen çevrelerin ve unsurların dolduracağı gerçeği hiçbir zaman hatırdan çıkarılmamalıdır.

SEVR’İN İKİ ANA HEDEFİ:

Hz. Kur’anın Anadolu topraklarından sökülüp atılması (İspanyada olduğu gibi)

Güçlü ve üniter Müslüman Türk devletinin Anadolu’ya hâkimiyetini ve orta doğudaki etkisini ortadan kaldırmaktır.

ÖCALAN’IN 13.12.1998 tarihinde MED TV. Deki beyanı:

“Papa’ya saygı duyuyorum, ama Mekke’ye duymuyorum.”

“Papa’ya Mekke’den daha yakınım.”

“Mekke-i Şerif, Araplar ve İslam benim için hiçbir şey ifade etmiyor.”

Avrupa’nın Apo’ya kucak açması; Sevr’in yeniden hortlatılmak istendiğinin ve ayrıca Sevr’in hedeflerinden asla vazgeçmediğinin bariz kanıtıdır.

SON SÖZ:

Hz.Kur’an’a sahip çıkmayan Laik Devletin meydana getirdiği boşluğu kimlerin dolduracağı, Refah Partisi’nin iktidarı esnasında ayan beyan ortaya çıkmıştır.

Apo’ya kucak açan Avrupa’nın ve destekçilerinin, Güneydoğu Anadolu’ya çomak sokmaya devam etmesi, Sevr’den vazgeçmediklerinin açık bir kanıtıdır.

Continue ReadingHZ. KUR’AN –ANADOLU – SEVR (2000)

BATI VE TÜRKİYE (2000)

Batı: Avrupa ve A.B.D. olarak ele alınmıştır.

Son bir buçuk asır içinde, bilim ve teknolojideki büyük gelişmeler, batı ekonomisinin yükselmesine, dolayısı ile hayat standardının da artmasına sebep olmuştur. Sağladığı nimetleri şöyle sıralayabiliz:

-Beslenme ile ilgili konular halledilmiştir,

-Elverişli ve düzgün bir konutta yaşama imkanına kavuşmuşlardır,

-Araba, yat, uçak sahibi olabilmişlerdir,

-Diledikleri ülkeye seyahat edebilmektedirler.

Bütün bunlar hem disiplinli hem de çok çalışmanın karşılığı olarak gerçekleşmiştir.

Ekonomisi güçlü olan devlet; askeri ve siyasi bakımdan da etkinliği olan ve sözü dinlenen bir güç haline gelebilmektedir. Bütün bu sayılanlar, insanoğlunun aklı ve çalışması sayesinde gerçekleştirilebiliyor.

Aklı ve zekaları aynı olduğu halde, disiplinli bir çalışma düzenini organize edemeyenler ise ekonomik yönden gelişememiş, hayatlarını rahatça idame ettirecek bir beslenme seviyesine dahi ulaşamamışlardır. İşte bunlar fakir kalmış ülkelerdir. Bütün insanların akıl düzeyi üç aşağı beş yukarı aynı olduğuna göre, fakirliğe sebep olarak elde tek faktör kalıyor: ÇALIŞMAK.

İnsan çalışkan olabilir, aile çalışkan olabilir ama yetmez. Zira toplumun tamamının çalışkan olması gerekir. Toplumun da çalışkan olup ortaya bir ekonomik güç koyabilmesi için; en verimli çalışmayı sağlayabilecek teşkilat ve organizasyon gerekir:

-Mükemmel bir ANAYASA,

-Uygulanabilir, anlaşılabilen, her soruna çözüm getiren ve ilerideki ihtiyaçlara da cevap verebilecek YASALAR,

-Bu yasaları rahatlıkla uygulayabilecek ve yürütebilecek DEVLET YAPISI,

-Serbest ve demokratik bir seçim ile oluşan bir MİLLET MECLİSİ,

-İcra organı olan HÜKUMET

Siz birey ve aile olarak ne kadar akıllı ve çalışkan olursanız olunuz, sıralanan hususlar gerçekleştirilmedikçe, toplumun ekonomik gücünü, dolayısı ile ona dayalı siyasi, askeri, sosyal gücünü arttırmanız mümkün olamaz.

Ekonominiz beslenmeye yeterli değilse, diğer nimetleri elde etmeniz hayal olur. Ekonomisini güçlendiremeyen ve sıralanan teşkilat ve organizasyonları kısa zamanda yapamayan Türkiye, dünya meseleleri üzerinde söz sahibi olamadığı gibi, itilip kakılmaya maruz ve parçalanma tehlikesi ile de karşı karşıya kalabilir.

MİLLET MECLİSİ ve bu millet’in bağrından çıkmış siyasi partiler, akıllarını başlarına toplayıp, memleketin çıkarlarını, kendilerinin ve partilerinin çıkarlarından üstün tutmak gerektiğini algılamalıdır. Aksi takdirde sonumuz maalesef hüsrandır.

“Etrafımız düşmanlarla çevrili, ne yapalım bizim kaderimiz bu!”deyip ağıt yakmak, yok olmanın beklendiğinin işaretidir. Halbuki TÜRKİYE dünya üzerinde bir numaralı jeostratejik konuma ve avantaja sahip “ tek ülke”dir.

Osmanlı, altı yüz sene, Türkiye’nin bu konum ve avantajından yararlanmak ve Türkiye’yi elde bulundurmak suretiyle saltanatını rahatlıkla tek dünya devleti olarak sürdürebilmiştir

Fransa, İngiltere, Almanya da dünya devleti olma yolunda büyük gayretler saffetmişler ise de. başarılı olamamışlardır. Bu gün A.B.D. de aynı gayret ve çaba içindedir. Ancak siyasi, askeri ve ekonomik gücü yüksek ve yeterli olduğu halde, hal-i hazırdaki jeostratejik konumu, onun dünya devleti olmasına imkan vermemektedir.

Zira dünyanın kilidi olan BOĞAZLAR Türkiye’nin elindedir.

Siyasi ve askeri güçler, ekonomik güce bağlı olduğuna göre onlar elde edildiğinde geriye insanın manevi yetenekleri, ruhsal gücü yani moral gücü kalmaktadır. Moral güç ahlakla, ahlak ise din ile iç içedir. Moral gücün temelini ahlak kuralları oluşturur. Yüksek ahlaklı kimselerin moralleri de daima yüksektir. Ahlak kurallarının kaynağı ise dindir.

-(16/90) Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir.

-(6/160) Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir; ortaya bir kötülük koyan ise ancak misliyle cezalandırılır; onlara haksızlık yapılmaz.

-(21/35) Her can ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda Bize dönersiniz.

-(28/58) Nimet ve refaha karşı nankörlük eden nice kasabaları yok etmişizdir. İşte yerleri, kendilerinden sonra pek az kimseler oturabilmiştir. Oralara Biz varis olmuşuzdur.

-(50/16) And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız.

-(50/17-18) Sağında ve solunda, onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zapt ederler.

-(51/10-11) Yalancılığı itiyat edinenlerin, bilgisizliğe saplanıp kalanların canı çıksın.

Yüksek ahlaka sahip olan fertlerin, ailelerin ve toplumların moral güçleri de çok yüksek olur. Buna paralel olarak ekonomik güç de yükseltilir, jeopolitik konum da elverir ise; bir ülkenin dünya devleti olma hayali kısa zamanda gerçekleştirilebilir. Kaynağını Kur’an-ı Kerim’den almış moral gücüne sahip bir Türkiye’nin liderliğinin önünü hiçbir kuvvet tıkayamaz.

Kumardan, içkiden, zinadan tamamen uzaklaşmış, kendi rızası ile çok çalışan ve artan zamanını ibadet ile geçiren bir gençliğin önünde hangi güç durabilir ki?

Asrımız, ilim, teknoloji ve hepsinin ötesinde çok çalışma asrıdır. Çok çalışarak bütün engelleri aşabileceğimize olan inancımızı, her türlü hayırlı tedbir ile destekleyip güçlendirelim. Bu yolda olan gençliğimize sahip çıkalım ve onları var gücümüzle destekleyelim.

Hakka riayet edelim, ahde vefa gösterelim, kat’iyyetle taviz vermeyelim.

Yaşama hakkının en kutsal hak olduğunu bilelim ve din, dil, ırk, renk, millet ve devlet ayrımı yapmadan her insan için uygulayalım.

BATI:

Batı’nın eğitimi, kültürü, sosyal yapısı, örf ve adetleri bizden çok farklıdır. İyi taraflarını gıpta ile takip edelim fakat onları taklit etmek için benliğimizi kaybetmeyelim. Batıda aile yapısı, ahlak değerleri, insanın temel yapısı ile bağdaşmayan bir duruma gelmiştir; evlilik dışı yaşam rağbettedir. Nesebi belli olmayan çocukların sayısı artmış, Newyork’ta her sene elli bin çocuğun sokağa atılması bunun açık delilidir.

İnsanın özgür olduğundan bahis ile küçük yaştaki kız çocuklar,fütursuzca”benim canım çikolata istiyor” der gibi kolayca cinsel ilişkiye girmeye özendirilmekte, ar ve haya duyguları yok edilmeye çalışılmaktadır. Teşhir ve çıplaklık teşvik edilmektedir.

İnsanın yaratılış hikmetine ters düşen bu yaşam tarzını, sapıklık içinde olmayanların da benimsemesi, insanoğlunun sonunun yaklaştığının göstergesidir.

Bu yaşam biçiminin, sağduyulu Türk gençliği tarafından,(bütün dayatma ve beyin yıkamalara rağmen; aile yapısının sağlamlığı, örf ve adetlere olan bağlılığı, din ve ahlak anlayışı nedeni ile) itibar görmesi beklenmemelidir.

Continue ReadingBATI VE TÜRKİYE (2000)

LAİKLİK VE TÜRKİYE (2000)

 Laiklik uluslar arası bir kavramdır. Devlet idaresinden dini gerçekleri soyutlamak için ortaya atılmıştır. Aşırı şekilde uygulandığında insanları dinsizliğe kadar götürebilir. Hıristiyan dünyasında ortaya atılmış olan bu kavram, bugün onlar için bir anlam ifade etmemektedir.

Türkiye’de insanların din ile ilgileri bilinçli veya bilinçsiz din olmadan da hayatın zevklerine erişilebileceği görüşü açıkça savunulmakta, saptırılarak ideolojik bir kavram gibi ele alınmasına çalışılmaktadır.(saptırılmış laiklik)

Dinimizin esası olan ahlak ve hayâ duygusu yok edilmekte, ter dökmeden para kazanmanın yolları aranmakta, nikâhsız evlilikler ve homoseksüellik hoş görülmekte, insanın yaradılış maksadı, ölümden sonra hayatın varlığı veya yokluğu anlaşılmadan, insanoğlu bu dünyadan göçüp gitmektedir.

Allah canlıları etrafını görmek, akıl sahibi olan insanı ise kıyaslayarak görebilmek için iki gözlü yaratmıştır.

Saptırılmış laikler siz, yalnız sol gözünüz ile dünyayı temaşa ederek böylece neticeye varmak isterseniz, ufkunuzu daraltmış, kısır ve ideolojik bir döngüye kapılmış olursunuz. Ayrıca Kur’anı bilmemenin verdiği ürkeklik ve korku da eklenince; politik, sosyal ve ekonomik konuları değerlendirirken daha fazla zafiyete düşersiniz.Arab’ın dini, yeşil sermaye ve irtica kavramlarının benimsenerek sık sık kullanılması bunun en göze batan örneğidir.

İdareyi ellerinde bulunduran ve bütün olayları yalnız sol gözleri ile temaşa edenler(saptırılmış laikler), her iki gözü açık olarak olayları ele alanların üzerinde büyük baskı ve dayatma uygulamakta, onların da dünyaya kendileri gibi yalnız sol göz ile bakmalarını, aksi halde bir arada yaşamanın mümkün olamayacağını her türlü tutum ve davranışla ortaya koymaktadırlar. Batı’nın ve Türkiye’yi bölmek isteyenlerin çaba ve destekleri ile gerginlik günden güne artmaktadır. Fakat şurası çok iyi bilinmelidir ki; Türkiye Cezayir veya İran değildir. Hele Afganistan hiç değildir. Türkiye’de olaylara her iki gözü ile bakanların miktarı tek gözle bakanlardan çok daha fazladır. Dolayısı ile onları bir hamlede sindiremez, silip atamazsınız.

SON SÖZ:

Laiklik dinsizlik değildir.

Din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak din’i her türlü istismardan (Siyasi, sosyal, ekonomik), irticadan, yobazlıktan, hurafelerden koruyup, arındırmak için ortaya konmuş bir ilkedir. Bu ilke yanlış uygulandığında ideolojik bir izlenim verse de, tarafsızca ve hakkıyla uygulandığında laikliğin aslında ideolojik olmadığı görülür.

Her ferdin dinini öğrenip, vecibelerini yerine getirmesini destekleyen ve hatta garanti eden bu ilke, bütün gelişmiş ülkelerde koşulsuz kabul görmektedir.

Laikliği saptıranlar ve onu ideolojik bir kavrama dönüştürenler; Gelin dünyayı iki gözünüzle temaşa ederek hüküm verin!

Continue ReadingLAİKLİK VE TÜRKİYE (2000)

VATAN-İNSAN-DİN-SİYASET (1999)

Bir milletin oluşumunda vatan ve insan temel iki öğedir. Bunlardan biri yoksa millet de oluşmamış demektir. Günümüz insanı, milletin oluşumunda bir üçüncü öğe olarak dini benimsemiş ve kabul etmiştir.

Millet denince akla, vatan ve üzerinde yaşayan insanlar ve onların kabullendikleri din gelir. Bu itibarla din de temel öğelerden biridir.

Tali unsurlar ise; Dil, tarih, kültürdür. Adedi çok az olan dinsiz(ateist)leri dikkate almazsak, dinin bir milletin oluşumunda ana unsur olduğunu görebiliriz.

Yakın tarihte Sovyetler birliği dinsizliği denemiş, ancak yetmiş sene birliğini koruyabilmiş, fakat aniden dağılmıştır. Bu dağılışın başlıca sebebi, bu oluşumda dine yer vermeyişleridir (dinsizlik).

Türkiye’ye gelince; vatan denilen toprak, üzerinde yaşayan Türkler mevcuttur. Büyük çoğunluğun dini İslam’dır. Müslüman; Kur’anı bilen ve onunla amel eden, vakit ve Cuma namazlarını kılan, oruç tutan, zekât veren, hacca giden kişidir. Devlet ise tüzel kişiliğe sahiptir ve dini yoktur. Devlet laik’tir. Öyleyse Müslüman olan millete İslam’ı öğretecek imkânları sağlamalıdır.

Şayet, laik devlet milletine dinini öğretmez, kendi imkânları ile öğrenmek isteyenlere de engel oluyor ise, devleti yönetenlerin dinsiz olduğu veya dine sıcak bakmadığı sonucunu çıkarabiliriz. O zaman devlet halkından kopmuş olur ki, bunun sonu felakettir. Diğer taraftan, şayet devlet varlığını sürdürmek için halkını dininden soyutlamak istiyor ise bu da felakete neden olur.

Laik devlet ülkedeki bütün dinlere sahip çıkmalı, zira devlet halkı için vardır.

SAMİMİ MÜSLÜMAN:

Bugünlerde devleti yönetenler samimi Müslüman tabirini çokça kullanmaktadırlar. Müslüman ve İslam tabirlerinin kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’anda samimi Müslüman kavramına rastlanmaz. Böyle kavramları gelişi güzel ortaya atmak devlet büyüklerine yakışmaz.

-3/19 Allah katında din, şüphesiz İslam’dır…

SİYASİ İSLAM:

Son zamanlarda, laiklik kisvesi altında dinle ilgisi olmayan medyanın ayrıca İslamiyet’e alerjisi olan siyasilerimizin sahiplenerek sıkça kullandıkları bir kavramdır.

Dini vecibelerini yerine getiren, İslami kimliği ile iftihar eden ve onlara oy vermiş geniş halk kitlelerine sahip çıkan siyasetçilere yakıştırılan, batının İslamiyet’i küçük düşürmek için ürettiği, İslamiyet’le ilgisi olmayan vatandaşların da dört elle sarıldığı bir kavramdır.

Siyasi Hıristiyan veya siyasi Yahudi kavramları olmadığı halde, siyasi İslam kavramının üretilip kullanılması bir maksada matuftur. Bu maksat, İslamiyet’ten taviz vermeyen ve Kur’anın emirlerini yerine getirmeye çalışan insanların siyaset yapmalarını önleyerek siyasetten uzak tutmaktır.

Her fırsatta İslamiyet’i boy hedefi seçip saldırmayı alışkanlık haline getiren bazı etkili medya kuruluşları; bu ülkeyi seviyor ve burada huzur içinde yaşamak istiyorlar ise, bu toprakların gerçek sahibi olan Müslümanları anlamaya çalışmalı veya kur’anın içeriğini öğrenmelidir. O zaman bu ülkede geniş manada demokrasi tesis edilebilir. Aksi halde bu iki gruptan biri diğerini alt edinceye kadar, bu kısır çekişme devam eder. Diğer tarafta, dünyayı yöneten ve topraklarımız üzerinde büyük çıkarları olan ülkelerin, günden güne artan Türkiye’yi parçalama politikaları da aralıksız sürdürülmektedir. Bu gidişle, önümüzdeki yüzyıl Türklerin asrı olacağına belki de Türkiye’nin çöküş asrı olacaktır. Bunu önlemenin tek şartı, dayatmacı zihniyetin Türk toplumu üstündeki baskısını kaldırmak ve Türkiye’nin yeniden Türk-İslam kimliğine kavuşturulmasıdır. Osmanlıyı dünya devleti yapan sihrin Türk-İslam kimliği olduğu unutulmamalıdır.

Dünyayı çok iyi takip ederek çok ta iyi çalıştığımız takdirde, yirmi birinci yüzyılın Türkiye ve Türk devletlerinin asrı olabilir.

SON SÖZ:

Bir milletin oluşumunda vatan, insan ve din üç temel öğedir. Türkiye nüfusunun çoğu Müslüman olduğuna göre, din deyince akla Kur’an gelmelidir. Kur’anın içeriğini bilmeyenler İslamiyet hakkında konuşmamalıdır.

Tahsilliler, en az tahsilsiz halk kadar dini bilgiye sahip olmalıdır. Aksi halde, tahsillilerin din konusunda söz söylemeye hakkı yok demektir ve olmamalı da!

Continue ReadingVATAN-İNSAN-DİN-SİYASET (1999)

End of content

No more pages to load