HZ. KUR’AN –ANADOLU – SEVR (2000)

Laik Devlet; çoğunluğu Müslüman olan bu ülkede, Hz. Kur’anın mealine sahip çıkmalıdır.

Hz. Kur’anın meali eğitim ve öğretim kurumlarında ele alınıp açıkça anlatılmalıdır.

Hz. Kur’anın mealinin tüm iletişim gereçleri ve medya yoluyla ele alınmasına imkân tanınmalıdır.

Laik devlet Hz. Kur’anın mealine sahip çıkmadığı takdirde boşluğu:

Cahillerin ve yobazların,

Siyasi partilerin, örgütlerin ve çıkarcı çevrelerin,

Hz. Kur’anı yok etmek, Anadolu’dan kökünü kazımak isteyen çevrelerin ve unsurların dolduracağı gerçeği hiçbir zaman hatırdan çıkarılmamalıdır.

SEVR’İN İKİ ANA HEDEFİ:

Hz. Kur’anın Anadolu topraklarından sökülüp atılması (İspanyada olduğu gibi)

Güçlü ve üniter Müslüman Türk devletinin Anadolu’ya hâkimiyetini ve orta doğudaki etkisini ortadan kaldırmaktır.

ÖCALAN’IN 13.12.1998 tarihinde MED TV. Deki beyanı:

“Papa’ya saygı duyuyorum, ama Mekke’ye duymuyorum.”

“Papa’ya Mekke’den daha yakınım.”

“Mekke-i Şerif, Araplar ve İslam benim için hiçbir şey ifade etmiyor.”

Avrupa’nın Apo’ya kucak açması; Sevr’in yeniden hortlatılmak istendiğinin ve ayrıca Sevr’in hedeflerinden asla vazgeçmediğinin bariz kanıtıdır.

SON SÖZ:

Hz.Kur’an’a sahip çıkmayan Laik Devletin meydana getirdiği boşluğu kimlerin dolduracağı, Refah Partisi’nin iktidarı esnasında ayan beyan ortaya çıkmıştır.

Apo’ya kucak açan Avrupa’nın ve destekçilerinin, Güneydoğu Anadolu’ya çomak sokmaya devam etmesi, Sevr’den vazgeçmediklerinin açık bir kanıtıdır.

Continue ReadingHZ. KUR’AN –ANADOLU – SEVR (2000)

BATI VE TÜRKİYE (2000)

Batı: Avrupa ve A.B.D. olarak ele alınmıştır.

Son bir buçuk asır içinde, bilim ve teknolojideki büyük gelişmeler, batı ekonomisinin yükselmesine, dolayısı ile hayat standardının da artmasına sebep olmuştur. Sağladığı nimetleri şöyle sıralayabiliz:

-Beslenme ile ilgili konular halledilmiştir,

-Elverişli ve düzgün bir konutta yaşama imkanına kavuşmuşlardır,

-Araba, yat, uçak sahibi olabilmişlerdir,

-Diledikleri ülkeye seyahat edebilmektedirler.

Bütün bunlar hem disiplinli hem de çok çalışmanın karşılığı olarak gerçekleşmiştir.

Ekonomisi güçlü olan devlet; askeri ve siyasi bakımdan da etkinliği olan ve sözü dinlenen bir güç haline gelebilmektedir. Bütün bu sayılanlar, insanoğlunun aklı ve çalışması sayesinde gerçekleştirilebiliyor.

Aklı ve zekaları aynı olduğu halde, disiplinli bir çalışma düzenini organize edemeyenler ise ekonomik yönden gelişememiş, hayatlarını rahatça idame ettirecek bir beslenme seviyesine dahi ulaşamamışlardır. İşte bunlar fakir kalmış ülkelerdir. Bütün insanların akıl düzeyi üç aşağı beş yukarı aynı olduğuna göre, fakirliğe sebep olarak elde tek faktör kalıyor: ÇALIŞMAK.

İnsan çalışkan olabilir, aile çalışkan olabilir ama yetmez. Zira toplumun tamamının çalışkan olması gerekir. Toplumun da çalışkan olup ortaya bir ekonomik güç koyabilmesi için; en verimli çalışmayı sağlayabilecek teşkilat ve organizasyon gerekir:

-Mükemmel bir ANAYASA,

-Uygulanabilir, anlaşılabilen, her soruna çözüm getiren ve ilerideki ihtiyaçlara da cevap verebilecek YASALAR,

-Bu yasaları rahatlıkla uygulayabilecek ve yürütebilecek DEVLET YAPISI,

-Serbest ve demokratik bir seçim ile oluşan bir MİLLET MECLİSİ,

-İcra organı olan HÜKUMET

Siz birey ve aile olarak ne kadar akıllı ve çalışkan olursanız olunuz, sıralanan hususlar gerçekleştirilmedikçe, toplumun ekonomik gücünü, dolayısı ile ona dayalı siyasi, askeri, sosyal gücünü arttırmanız mümkün olamaz.

Ekonominiz beslenmeye yeterli değilse, diğer nimetleri elde etmeniz hayal olur. Ekonomisini güçlendiremeyen ve sıralanan teşkilat ve organizasyonları kısa zamanda yapamayan Türkiye, dünya meseleleri üzerinde söz sahibi olamadığı gibi, itilip kakılmaya maruz ve parçalanma tehlikesi ile de karşı karşıya kalabilir.

MİLLET MECLİSİ ve bu millet’in bağrından çıkmış siyasi partiler, akıllarını başlarına toplayıp, memleketin çıkarlarını, kendilerinin ve partilerinin çıkarlarından üstün tutmak gerektiğini algılamalıdır. Aksi takdirde sonumuz maalesef hüsrandır.

“Etrafımız düşmanlarla çevrili, ne yapalım bizim kaderimiz bu!”deyip ağıt yakmak, yok olmanın beklendiğinin işaretidir. Halbuki TÜRKİYE dünya üzerinde bir numaralı jeostratejik konuma ve avantaja sahip “ tek ülke”dir.

Osmanlı, altı yüz sene, Türkiye’nin bu konum ve avantajından yararlanmak ve Türkiye’yi elde bulundurmak suretiyle saltanatını rahatlıkla tek dünya devleti olarak sürdürebilmiştir

Fransa, İngiltere, Almanya da dünya devleti olma yolunda büyük gayretler saffetmişler ise de. başarılı olamamışlardır. Bu gün A.B.D. de aynı gayret ve çaba içindedir. Ancak siyasi, askeri ve ekonomik gücü yüksek ve yeterli olduğu halde, hal-i hazırdaki jeostratejik konumu, onun dünya devleti olmasına imkan vermemektedir.

Zira dünyanın kilidi olan BOĞAZLAR Türkiye’nin elindedir.

Siyasi ve askeri güçler, ekonomik güce bağlı olduğuna göre onlar elde edildiğinde geriye insanın manevi yetenekleri, ruhsal gücü yani moral gücü kalmaktadır. Moral güç ahlakla, ahlak ise din ile iç içedir. Moral gücün temelini ahlak kuralları oluşturur. Yüksek ahlaklı kimselerin moralleri de daima yüksektir. Ahlak kurallarının kaynağı ise dindir.

-(16/90) Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir.

-(6/160) Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir; ortaya bir kötülük koyan ise ancak misliyle cezalandırılır; onlara haksızlık yapılmaz.

-(21/35) Her can ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda Bize dönersiniz.

-(28/58) Nimet ve refaha karşı nankörlük eden nice kasabaları yok etmişizdir. İşte yerleri, kendilerinden sonra pek az kimseler oturabilmiştir. Oralara Biz varis olmuşuzdur.

-(50/16) And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız.

-(50/17-18) Sağında ve solunda, onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zapt ederler.

-(51/10-11) Yalancılığı itiyat edinenlerin, bilgisizliğe saplanıp kalanların canı çıksın.

Yüksek ahlaka sahip olan fertlerin, ailelerin ve toplumların moral güçleri de çok yüksek olur. Buna paralel olarak ekonomik güç de yükseltilir, jeopolitik konum da elverir ise; bir ülkenin dünya devleti olma hayali kısa zamanda gerçekleştirilebilir. Kaynağını Kur’an-ı Kerim’den almış moral gücüne sahip bir Türkiye’nin liderliğinin önünü hiçbir kuvvet tıkayamaz.

Kumardan, içkiden, zinadan tamamen uzaklaşmış, kendi rızası ile çok çalışan ve artan zamanını ibadet ile geçiren bir gençliğin önünde hangi güç durabilir ki?

Asrımız, ilim, teknoloji ve hepsinin ötesinde çok çalışma asrıdır. Çok çalışarak bütün engelleri aşabileceğimize olan inancımızı, her türlü hayırlı tedbir ile destekleyip güçlendirelim. Bu yolda olan gençliğimize sahip çıkalım ve onları var gücümüzle destekleyelim.

Hakka riayet edelim, ahde vefa gösterelim, kat’iyyetle taviz vermeyelim.

Yaşama hakkının en kutsal hak olduğunu bilelim ve din, dil, ırk, renk, millet ve devlet ayrımı yapmadan her insan için uygulayalım.

BATI:

Batı’nın eğitimi, kültürü, sosyal yapısı, örf ve adetleri bizden çok farklıdır. İyi taraflarını gıpta ile takip edelim fakat onları taklit etmek için benliğimizi kaybetmeyelim. Batıda aile yapısı, ahlak değerleri, insanın temel yapısı ile bağdaşmayan bir duruma gelmiştir; evlilik dışı yaşam rağbettedir. Nesebi belli olmayan çocukların sayısı artmış, Newyork’ta her sene elli bin çocuğun sokağa atılması bunun açık delilidir.

İnsanın özgür olduğundan bahis ile küçük yaştaki kız çocuklar,fütursuzca”benim canım çikolata istiyor” der gibi kolayca cinsel ilişkiye girmeye özendirilmekte, ar ve haya duyguları yok edilmeye çalışılmaktadır. Teşhir ve çıplaklık teşvik edilmektedir.

İnsanın yaratılış hikmetine ters düşen bu yaşam tarzını, sapıklık içinde olmayanların da benimsemesi, insanoğlunun sonunun yaklaştığının göstergesidir.

Bu yaşam biçiminin, sağduyulu Türk gençliği tarafından,(bütün dayatma ve beyin yıkamalara rağmen; aile yapısının sağlamlığı, örf ve adetlere olan bağlılığı, din ve ahlak anlayışı nedeni ile) itibar görmesi beklenmemelidir.

Continue ReadingBATI VE TÜRKİYE (2000)

LAİKLİK VE TÜRKİYE (2000)

 Laiklik uluslar arası bir kavramdır. Devlet idaresinden dini gerçekleri soyutlamak için ortaya atılmıştır. Aşırı şekilde uygulandığında insanları dinsizliğe kadar götürebilir. Hıristiyan dünyasında ortaya atılmış olan bu kavram, bugün onlar için bir anlam ifade etmemektedir.

Türkiye’de insanların din ile ilgileri bilinçli veya bilinçsiz din olmadan da hayatın zevklerine erişilebileceği görüşü açıkça savunulmakta, saptırılarak ideolojik bir kavram gibi ele alınmasına çalışılmaktadır.(saptırılmış laiklik)

Dinimizin esası olan ahlak ve hayâ duygusu yok edilmekte, ter dökmeden para kazanmanın yolları aranmakta, nikâhsız evlilikler ve homoseksüellik hoş görülmekte, insanın yaradılış maksadı, ölümden sonra hayatın varlığı veya yokluğu anlaşılmadan, insanoğlu bu dünyadan göçüp gitmektedir.

Allah canlıları etrafını görmek, akıl sahibi olan insanı ise kıyaslayarak görebilmek için iki gözlü yaratmıştır.

Saptırılmış laikler siz, yalnız sol gözünüz ile dünyayı temaşa ederek böylece neticeye varmak isterseniz, ufkunuzu daraltmış, kısır ve ideolojik bir döngüye kapılmış olursunuz. Ayrıca Kur’anı bilmemenin verdiği ürkeklik ve korku da eklenince; politik, sosyal ve ekonomik konuları değerlendirirken daha fazla zafiyete düşersiniz.Arab’ın dini, yeşil sermaye ve irtica kavramlarının benimsenerek sık sık kullanılması bunun en göze batan örneğidir.

İdareyi ellerinde bulunduran ve bütün olayları yalnız sol gözleri ile temaşa edenler(saptırılmış laikler), her iki gözü açık olarak olayları ele alanların üzerinde büyük baskı ve dayatma uygulamakta, onların da dünyaya kendileri gibi yalnız sol göz ile bakmalarını, aksi halde bir arada yaşamanın mümkün olamayacağını her türlü tutum ve davranışla ortaya koymaktadırlar. Batı’nın ve Türkiye’yi bölmek isteyenlerin çaba ve destekleri ile gerginlik günden güne artmaktadır. Fakat şurası çok iyi bilinmelidir ki; Türkiye Cezayir veya İran değildir. Hele Afganistan hiç değildir. Türkiye’de olaylara her iki gözü ile bakanların miktarı tek gözle bakanlardan çok daha fazladır. Dolayısı ile onları bir hamlede sindiremez, silip atamazsınız.

SON SÖZ:

Laiklik dinsizlik değildir.

Din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak din’i her türlü istismardan (Siyasi, sosyal, ekonomik), irticadan, yobazlıktan, hurafelerden koruyup, arındırmak için ortaya konmuş bir ilkedir. Bu ilke yanlış uygulandığında ideolojik bir izlenim verse de, tarafsızca ve hakkıyla uygulandığında laikliğin aslında ideolojik olmadığı görülür.

Her ferdin dinini öğrenip, vecibelerini yerine getirmesini destekleyen ve hatta garanti eden bu ilke, bütün gelişmiş ülkelerde koşulsuz kabul görmektedir.

Laikliği saptıranlar ve onu ideolojik bir kavrama dönüştürenler; Gelin dünyayı iki gözünüzle temaşa ederek hüküm verin!

Continue ReadingLAİKLİK VE TÜRKİYE (2000)

End of content

No more pages to load