GÜNDÜZ VE GECE(1996)

 Kendisine, ailesine, topluma ve milletine faydalı olabilen herkes hayırlı bir insandır. Onlar her şeyden önce şuurlu bir disipline sahiptirler. Yemeleri, içmeleri, yatmaları, kalkmaları, sağlıklı olmaları ve hep-sinin ötesinde yararlı işler yapabilmeleri ve Salih ameller ortaya koymaları, sahip oldukları bu haslete sıkı sıkıya bağlı olmalarındandır.

Onların çokluğu toplumun yücelmesine ve medeniyet seviyesinin artmasına en büyük ve başlıca etkendir. Azlığı ise toplumun çökmesine ve hatta yok olmasına sebep teşkil eder.

İnsan çalışmak ve yaradanına kulluk etmek için var edilmiştir. Aksi tutum ve davranışlar ise Allah’a karşı gelmek ve O’nu tanımamak demektir.

Çalışan insan kazanmak suretiyle; kendisinin, çalıştırdığı kimselerin ve dolayısıyla toplumun refah seviyesini yükseltmiş olur

Çalışmak ibadet olduğuna göre insan, uyku hariç günde onaltı saatini ibadetle geçiriyor demektir.

Hayatını bu şekilde geçirenlere ne mutlu!

Öte yanda yirmi dört saatini eğlence, zevk-i sefa ile geçirenler bulunmaktadır. Kazançları araştırıldığında; zengin ve müsrif mirasyedi oldukları veya gayrimeşru yollardan(kumar, fuhuş, hırsızlık, dolandırıcılık gibi)elde ettikleri görülmektedir. Böyle insanlara büyük şehirlerde çok sık rastlanmaktadır. Tek düşünceleri zevk-i sefa ile bencil duygularını tatmin etmek, toplumun değer yargılarını ve yaşam biçimini dikkate almadan, geceleri ters yüz ederek menfur emelleri doğrultusunda kullanmaktır.

Bu gibilere şu Ayetleri okumalarını ve düşünmelerini salık veririz;

-2(22)  O,yeryüzünü size bir döşek ve göğü de bir bina kıldı…

10(67)  Size geceyi dinlenesiniz diye karanlık ve gündüzü de çalışasınız diye aydınlık olarak yaratan Allah’tır. Kulak veren millet için bunlarda ibretler vardır.

İbret almayanlar bu dünyada ve öbür dünyada, tutum ve davranışlarının sonuçlarına katlanacaktır.

SON SÖZ:

Elektriğin icadı; insanlığın nurlu yollarını daha iyi aydınlatacağı yerde, gecelerini gündüze katıp çalışmayı ve ibadeti değil, eğlenmeyi, zevk ve sefayı yeğleyenlere söylenecek sözümüz şudur: Geliniz bu kötü davranışlardan vazgeçiniz, Allah’a karşı gelmekten sakınınız, insan hayatının bir göz kırpması kadar kısa olduğunu unutmayınız. İnsan olmanın hazzını ve onurunu yaşayarak, birazda sonsuz hayat için hazırlık ve yatırım yapınız.

Continue ReadingGÜNDÜZ VE GECE(1996)

ÖLÇÜ VE TARTI (1996)

 Günlük hayatımızda, alış veriş kaçınılmaz bir olgudur. İnsanoğlu yaşamını devam ettirebilmek için, bir şeyler almakta veya satmaktadır. Bugün bir şeyler alıp-satmadan yaşayabilen insan düşünülemez. Şöyle veya böyle herkes bir alışverişin içindedir

Alışverişin son derece dürüst ve hakça yapılması gerekir. Zira eğriliğe kaçtığınız anda günaha girersiniz. Bunun hesabını da bu dünyada ve ahrette kesinlikle verirsiniz.

Aynı malı pazarlayan yan yana iki mağazada, fiyatların farklı olduğunu çok zaman müşahede etmişsinizdir. Bu farklılık ticaret erbabının dürüst davranmamasından, ölçü ve tartıyı doğru ve tam yapmamalarından kaynaklanmaktadır.

-4(29)  Ey inananlar, mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yiyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin. Allah şüphesizdi size merhamet eder.

-4(30)  Bunu kim aşırı giderek haksızlıkla yaparsa, onu ateşe sokacağız. Bu, Allah’a kolaydır.

-6(152) Ölçüyü ve tartıyı doğru yapın…

-11(84) Ölçüyü tartıyı eksik tutmayın…

-11(85) Ölçüyü ve tartıyı tamamı tamamına yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin    

-17(35)Bir şeyi ölçtüğünüz zaman, ölçüyü tam tutun, doğru terazi ile tartın. Böyle yapmak, sonuç itibariyle daha güzel ve daha iyidir.

-55(7)  O,göğü yükseltmiştir; tartıyı koymuştur.

-55(8)  Artık tartıda tecavüz etmeyin.

-55(9)  Tartmayı doğru yapın, tartıyı eksik tutmayın.

-83(1-3)İnsanlardan, kendileri bir şeyi ölçerek aldıkları zaman tam alan; ama onlara bir şeyi ölçüp tartarak verdiklerinde eksik tutan kimselerin, vay haline.

Ölçüyü ve tartıyı eksik tutarak haksız kazanç sağlayan kişiler, işledikleri günahların hesabını elbette vereceklerdir. Ancak, bakmakla mükellef oldukları kimseler, belki farkında olmadan onların haksız kazançlarından etkilenerek, dolaylı yoldan günaha gireceklerdir. Bundan dolayı, günaha girmemek için şu iki Ayet-i Kerimeyi hatırımızdan çıkarmamalıyız, her adım atışımızda göz önünde bulundurmalıyız:

-50(16)  And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.

-50(17-18)  Sağında ve solunda, onunla beraber oturan iki alıcı melek yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zapt ederler.

SON SÖZ:

Kendinizin ve bakmakla yükümlü olduğunuz kimselerin günahkâr olmaması için; ölçüyü ve tartıyı doğru yapınız, haram ile nefsinizi mahvetmeyiniz. Tartı ve ölçü konusunda ailenize ve etrafınıza örnek olunuz. Ahlakınızı bu yolda pekiştiriniz.

Allah’ın size şahdamarınızdan daha yakın olduğunu, söylediğiniz her sözün zapt edildiğini daima hatırlayınız.

Continue ReadingÖLÇÜ VE TARTI (1996)

DİN ÖĞRETİMİ (1996)

 İnsan doğduğu andan itibaren öğrenmeye başlar. Yedi yaşına kadar aile ocağında, sonra ilk, orta ve lise eğitimi ile onsekiz yaşa ulaşılır.

Dört sene üniversite, iki sene ihtisas, dört sene doktoradan sonra belirli bir ilim dalında söz sahibi olma konumuna gelinebilmektedir.

Yaklaşık otuz yıllık süreçte, okul hayatı dışında; ailesinin, arkadaşlarının ve toplumun da öğretim ile ilgili az veya çok katkıları olmaktadır

İnsanoğlu böylece, güzeli – çirkini, iyiyi-kötüyü, eğriyi-doğruyu, haklıyı –haksızı, dostluğu-düşmanlığı, şerefliyi-şerefsizi, ahlaklıyı-ahlaksızı ayırt edebilecek bir olgunluğa erişebilmekte, toplum ve gördüğü eğitim ve öğrenim de olgunluğunun derecesini etkileyip belirlemektedir.

Bugün yetmiş yaşındaki bir insanın;

Yedi yaşına kadar ailesinden, daha sonra okuldan ve toplumdan, Kur’an-ı Kerim ile ilgili temel bilgiler almamışsa ve kendisi de bu konuda bir gayret göstermemişse, var ediliş hikmetinin aksi tutum ve davranışlar, sapıklıklar içine girmesi yadırganmamalıdır.

Allah Kur’an-ı Kerimi Hz. Muhammed’e vahiy yolu ile öğretmiş; O’da aynen etrafına ve onlarda kendilerinden sonra gelenlere belletmek suretiyle bu günlere gelinebilmiştir. Demek ki Kur’an-ı insanoğluna birileri öğretmelidir. Öğreten aile, okul veya toplum olabilir. Aile öğretmemişse bu vazifeyi okul veya toplum yapabilir; ancak toplumun bunu planlı, programlı tüm yurtta uygulaması çok zor hatta belki de imkânsızdır.

İmam Hatip liseleri ve İlahiyat Fakülteleri, toplumun çok küçük bir bölümüne Kur-anın Arapçasını ve mealini öğretmekte, yaygın olan Kur-an Kursları ve diğer müesseseler ise yalnız Arapçasını okumayı öğretip, meali üzerinde ise hemen hemen hiç durmamaktadır.

Toplumun geri kalan büyük bölümüne tebliğ ise Türkçe Meal ile yapılabilir. Asıl olan bütün insanların Yüce Kitabımızın içeriğini öğrenebilmesidir. Çünkü bu içerik insanı cezbeder ve son nefesine kadar bu cazibenin dışına çıkamaz ve O’ndan uzaklaşamaz.

Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, planlı, programlı, ciddi ve sağlıklı bir şekilde Kur’an-ı Kerim Mealini öğrenmenin yolu ve yeri okullardır.

İlk, Orta, Lise ve Üniversitede her yaş gurubunu ilgilendirecek Ayetlerin Mealleri, modern öğretim yolları ile açıklanıp öğretilebilir. Yüce Kitap ile böylece tanışılırsa, insan Allah’ın Hidayeti ve İnayeti ile ömrünün sonuna kadar elinden bırakamayacağı, ona nurlu yolu gösteren, yaşamının her safhasında onunla beraber olan, en güzel ve en hayırlı, eşsiz dost’a ve arkadaşa kavuşmuş olur.

SON SÖZ:

-96(1)Yaratan Rabbinin adıyla oku.

Bütün kötülükleri önlemenin biricik yolu; çok üstün hasletlere sahip olan insanımıza Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Mealini her ne şekilde olursa olsun öğretmektir. Böylece;

Kötülüğün, eğriliğin, çirkinliklerin, haksızlığın, şerefsizliğin ve ahlaksızlıkların, düşmanlığın kısa zamanda ortadan kalktığını hep birlikte görebileceğimiz gibi, dünyaya örnek bir toplumun da temelini atmış oluruz.

Continue ReadingDİN ÖĞRETİMİ (1996)

İSLAMİYET VE TÜRKİYE (1996)

1995 Aralık seçimlerinden elde edilen sonuçlar ve bilahare milletvekillerinin göz ardı edilemeyecek şekilde parti değiştirmeleri ile ortaya çıkan veriler Trakya, Marmara bölgesi, İzmir ve havalisi, Antalya ve havalisi, az da olsa Orta ve Doğu Karadeniz bölgesi insanımızın dinden ve diyanetten uzaklaştığını açıkça ortaya koymaktadır. Kırsal kesimden bu bölgelere göç edenler dikkate alındığında, daha vahim bir durum ile karşılaşılmaktadır.

Viyana kapılarına dayanan Türk-Müslüman Osmanlı Orduları, Birinci Dünya savaşı ile Balkanlardan atılmış ve İstanbul, İzmir, Antalya, Adana bölgeleri istilaya uğramıştır. Hedef ilk etapta Müslüman-Türklerin bu topraklardaki hâkimiyetini kırmak ve bilahare, Anadolu’nun tamamını ele geçirerek(İspanyada olduğu gibi)Müslümanlardan arındırmaktır.

Atatürk ve bir avuç Müslüman-Türk bu planı bozmuşlarsa da Batı bu emellerinden vazgeçmeyerek; ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal yaptırımlarla ve kendi siyasetçilerimiz ve yöneticilerimizin, bilinçli veya bilinçsiz destekleri ile(diğer ülke insanlarının İslam’a yaklaşmalarına karşı)kendi ülkemizde insanlarımız, planlı bir şekilde İslamiyet’ten uzaklaştırılmaktadır.

Nüfus kayıtlarında dini İslam olarak tescil edilen bu bölgelerdeki insanlarımızın pek çoğu, Kur’an-ı Kerim’in farz kıldığı:

-Beş vakit namazı kılmamakta,

-Cuma namazı eda etmemekte

-Oruç tutmamakta

-Zekât vermemekte

-Hacca gitmemekte ve İslamiyetin diğer vecibelerini yerine getirmedikleri gibi, içki içip, kumar oynamaktan, zina yapmaktan da kaçınmamaktadırlar.

Batının 18nci yüzyılda birey için ortaya koyduğu (saptırılmış) laiklik kavram’ı,(pozitivizm felsefesi),Kur’an-ı Kerim’e göre en büyük fitnedir. Büyük fitnedir çünkü bütün toplumu etkilemekte, hukuki olarak dini reddetmemekle beraber, çalışma hayatında dine hiç yer vermemektedir. Böylece insanımız zaman içinde dinden tamamen uzaklaştırılarak, İslamiyet’le bağdaşmayan bir yaşam tarzına itilmektedir.

Biraz daha ileri gidenler, Müslümanlığı Arap’ın dini diye niteleyerek, Türk’lerin Müslüman olmadan önce de, tarih boyunca, büyük medeniyetler kurduğunu beyan etmektedirler.

SON SÖZ:

Bu yazı Türkiye’nin kaderini ellerinde bulunduran, ilgililere ve yetkililere ithaf olunur.

Continue ReadingİSLAMİYET VE TÜRKİYE (1996)

CUMA NAMAZI (1996)

Kur’anı Kerim’in Cuma Suresi ile Cuma namazı bütün inananlara Farz kılınmıştır.(kadınlar da dahil)

Cuma namazı topluca kılınan bir namazdır. Bu itibarla bir mescide, camiye, açık veya kapalı bir mekana ihtiyaç vardır.

İslamiyet’in kabulünden Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar Türkler, bu farzı hiçbir baskıya maruz kalmadan yerine getirmişlerdir.

Cumhuriyet’e kadar Cuma günleri resmi tatildi. Cumhuriyetle birlikte Cuma günü tatili değişerek, Hıristiyanların tatil günü olan Pazar günü tatil ilan edildi.(Yahudi’lerin tatil günü ise cumartesidir.)

Cumartesi ve Pazar günlerinin tatil olmasının sebebi; her iki dine mensup olanların dini vecibelerini rahatlıkla yerine getirebilmelerine imkan vermek ve dinlenmelerini sağlamaktır.

Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’de ise; serbest meslek erbabı hariç insanlarımıza, Cuma gününün tatil olmaması ve mesai saatleri dolayısı ile Cuma namazını eda etme imkanı verilmemektedir.

Cumhurbaşkanlığı, Meclis başkanlığı ve başbakanlık makamlarının faaliyetleri, herhalde mesai saati ile sınırlı olmadığından, kendi inisiyatifleri ile Cuma namazını eda edebilmekte, diğer tarafta protokolde dördüncü sırada bulunan Genelkurmay başkanı ise inisiyatifini kullanarak Cuma namazına gidememektedir.

Cuma’nın manası toplanmak olduğuna göre; milyonlarca insanı Cuma ezanı ile bir araya getirebiliyorsanız, birlik ve beraberlik fikrini başka yerlerde aramamak gerekir.

-62/9 Ey inananlar, Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah’ı anmaya koşun; alım satımı bırakın; bilseniz bu sizin için daha iyidir.

-62/10 Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah’ın lütfundan rızık isteyin; Allah’ı çok anın ki saadete erişesiniz.

-4/58 Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür.

SON SÖZ:

Cuma günü öğle tatili iki saat olarak düzenlenir ise; konu köklü ve adil bir çözüme kavuşturulmuş olur. Yüce Türk Devleti bu ufacık mesai saati ayarlamasını kendi öz evlatlarından esirgememelidir. Bu güne kadar yapılan uygulamalar bir yana; hataya hata ile değil, onu düzelterek karşılık verilmelidir.

Allah yöneticilerin adaletle hükmetmelerini emrediyor. Adaletle hükmetmeyenler; emirlerindekilere rücu eden meselelerin de bu dünyada ve öteki dünyada er geç hesabını verecektir.

O’nun adaleti hiç şaşmaz.

Continue ReadingCUMA NAMAZI (1996)

NAMAZ VE ASKER (1996)

Ordu, milletimizin bağrından çıkmış kutsal bir ocaktır. Müslüman bir milletin gözbebeği olan ordusu da tabii müslümandır.

Müslüman’ın miraç’ı ise beş vakit namazdır. Namaz kulun Allah ‘ı ile irtibatını sağlar. Bunun nasıl bir duygu olduğunu hayatında hiç secde etmemiş insanlar katiyen anlayamazlar. Bu gibi insanlar, yönetici olduklarında emrindeki personeli kendilerine benzetebilmek için, türlü bahaneler ileri sürerek, onların namaz kılmalarını önlemeye çalışırlar.

Namaz kılmadıkları için, namazdan ürkerler. Cumhurbaşkanlarının ve başbakanların son senelerde Cuma namazını eda ettiğine şahit olmaktayız. Ancak, laik Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Cuma namazı eda eden bir Genelkurmay Başkanı görmedik ve duymadık(Mareşal Fevzi Çakmak hariç).

1996 Mart ayı içinde günlük gazetelerden bazılarında askeri ilgililere atfen; namaz, mescit ve camilere ait şöyle açıklamalara yer verilmiştir:

-“Mescitlere rütbeli personel(subay, astsubay, uzman çavuş)ile sivil memur ve işçiler girmeyecek; bunlar dinimizin hoşgörüsüne sığınarak, ibadetlerini evlerinde ve sivil kıyafetli olmak kaydıyla herkese açık camilerde yapacaklardır. Ancak gerek kışla içinde gerekse dışarıda yapılacak ibadette mesai saatlerine riayet esas alınacaktır.”

-Kışla mescitlerinde ve camilerinde ezan okunmayacak, ezan dışarıdaki camilerden dinlenecek veya saate göre ibadet başlatılacaktır.”

-Cami ve mescitlerde, duvarlarda manası bilinmeyen eski Türkçe yazılar kaldırılacak, rahle, tespih, takke gibi TSK Kıyafet Kararnamesine uygun olmayan malzemeler kullanılmayacaktır.”

Mescitler şüphesiz Allah’ındır.

Bu itibarla, herkes namaz adabını bozmayacak şekilde, resmi veya sivil kıyafet ile dünyanın her herhangi bir yerindeki mescit ve camiye girebilir. Bu husus laik devlet düzeninin de temelini teşkil eder.

Şayet siz, laik düzeni dinsizlik olarak algılıyorsanız, mesai saati bahanesi ile mescit ve camilere girmeyi yasaklarsınız. Buraların duvarlarını boydan boya kaplayan ayetleri de manası bilinmeyen eski türkçe diyerek kaldırılmasını emredersiniz!

Mescitlerle ilgili Ayetler:

-2(114) Allah’ın mescitlerinde O’nun isminin anılmasını yasak eden ve oraların yıkılmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara korkmadan girmemeleri gerekir. Dünyada rezillik onlaradır, Ahrette büyük azap da onlaradır.

-9(18)Allah’ın mescitlerini sadece, Allah’a ve Ahret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve ancak Allahtan korkan kimseler onarır. İşte onlar doğru yolda bulunanlardan olabilirler.

Bugüne kadar hayatında hiç secde etmemiş olanlara da şu ayetleri okumalarını öneririz:

-13(15)Yerde ve göklerdeki kimseler de, gölgeleri de sabah akşam, ister istemez Allah’a secde ederler

-16(48)Allah’ın yarattığı şeylerin, gölgeleri sağa sola vurarak, Allah’a boyun eğerek secde etmekte olduklarını görmüyorlar mı?

-17(44)Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu Hamd ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tespihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, bağışlayandır.

-22(18)Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun? İnsanların birçoğu da azabı hak etmiştir. Allah’ın alçalttığı kimseyi yükseltebilecek yoktur. Doğrusu Allah ne dilerse yapar.

-24(41)Gökte ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah’ı tespih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi niyaz ve tespihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.

-59(1)Göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah’ı tespih ederler. O güçlüdür, Hâkimdir.

SON SÖZ:

-55(1-2)Rahman olan Allah Kuran’ı öğretti;

-55(3-4)İnsanı yarattı, ona konuşmayı öğretti.

Kur’an Allah kelamıdır.

Allah’ı tanımak ve sevmek için O’nun kitabını okumak ve onunla amel etmek gerekir.

Allah’ı tanıtacak ve öğretecek, yeryüzünde başka bir kitap yoktur

İnsan aklı Yaradan’a kayıtsız şartsız teslim olacağı yerde, şeytanla el ele vererek Yaradan’a inanmamakta, dolayısı ile O’nun kitabını okusa bile anlamamakta, etrafının da aynı davranış içinde olmasını ısrarla istemekte, kendisi hüsranda olduğu gibi, zorbalıkla etrafındakileri de batıl’a sürüklemektedir. Kur’anı öğrenmek istemeyenler ve sapıklıkları yüzünden delalete düşenler, elbette bu dünyada ve ahrette karşılığını göreceklerdir. Fakat ne yazık ki o zaman iş işten geçmiş olacaktır.

Continue ReadingNAMAZ VE ASKER (1996)

İNANMAYANLAR VE NAMAZ (1996)

 24.3.1996 tarihli bir gazetenin son sayfasındaki bir fotoğrafta, kırmızı ”ERBAKAN” plakalı bir otomobil ve ona doğru secde etmiş insanlar görülmekte, altyazıda ise:”Cuma namazında camiye sığmayınca ERBAKAN’ın arabasının park ettiği parti binası avlusuna taşan refah partilileri gösteren bu fotoğraf fotoğrafçıya birincilik kazandırdı” açıklamasına yer verilmekte, fotoğrafı çekenin gazetecinin ise Ankara bürosu fotoğraf editörü olduğu belirtilmektedir.

Cuma namazını eda etmeyip fotoğraf çektiğine göre, fotoğrafçının her halükarda inanmayan biri olduğu anlaşılmakta; birincilik ödülünü veren foto muhabirleri derneği ile fotoğrafı yayınlayan gazete ilgililerinin de aynı konumda olabilecekleri kanaatine varılmaktadır.

Zira Cuma Suresinde Allah:

-62(9)”Ey İnananlar, Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah’ı anmaya koşun; alım-satımı bırakın; bilseniz bu sizin için daha iyidir.”buyurmuştur.

Birincilik ödülüne layık görülen bu fotoğraf inananları son derece üzmüş ve rencide etmiştir. Lakin onlar inanmayıp Allah yolunu alaya alanların durumlarını Hz. Kur’an şöyle açıklıyor:

-31(6)”İnsanlar arasında bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir.”

Cehennemdekilere sorarlar; sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?

-74(43)”onlar derler ki: namaz kılanlardan değildik”

-74(44)”Düşkün kimseyi doyurmuyorduk.”

-74(45)”Batıla dalanlarla biz de dalardık.”

 – 74(46)”Ceza gününü yalanlardık.”

-74(47)”Ölüm bize o halde iken geldi.”

SON SÖZ:

-16(49)”Göklerde ve yerde bulunan her canlı ve melekler, büyüklük taslamaksızın Allah’a secde ederler.”

Elbette secde etmeyenler bu dünyada ve ahrette karşılığını göreceklerdir.

Continue ReadingİNANMAYANLAR VE NAMAZ (1996)

HOŞGÖRÜ (1996)

 Allah bu dünyayı, üzerindeki insanları O’na kulluk etmesi için yaratmıştır. Yoksa kendi elleriyle birbirlerini öldürmeleri için yaratmamıştır.

Canı veren Allah’tır. O canı alacak olan da yine O’dur. Bu husus asla hatırdan çıkarılmamalıdır.

Hal böyle olunca; elimizdeki bütün silahları imha ettiğimizi varsayalım ve ayrıca, elinde silahı olmayan insanın hoşgörülü olduğunu düşünelim. O takdirde ahretteki cennet hayatı bu dünyadaki cennet hayatı ile başlamış olacaktır.

Bütün mesele, insanoğlunun silahlardan arındırılmış olarak hoşgörülü olabilmesidir. Zira elinde silah bulunduran insan hoşgörülü olamaz.

Silahsızlanma konusu, daha önceki bir yazıda ”silahlara veda” başlığı ile ele alınmış, sağlayacağı sonsuz faydalara değinilmiş, silahlarla ilgisi olan insanın iblis ile olan çok yakın birlikteliği vurgulanmış, silah üreticilerine samimi bir çağrıda bulunulmuş ve tarih boyunca yok edilen nesillerin kıssaları gözler önüne serilmiştir.

SON SÖZ:

Herşeyden önce hoşgörü Allah’ı tanımak ve O’nu sevmek demektir. Dolayısı ile insanoğlunun; din, dil, renk, ırk, cinsiyet gözetmeksizin birbirini sevmesi demektir.

Hoşgörü inanmak demektir. Her şeyin ötesinde iman demektir. Ancak imanlı insan hoşgörülü olabilir.

Hoşgörülü insan iyi huylu ve iyi ahlaklıdır.

Hoşgörülü insan sabırlıdır.

Hoşgörülü insan affedicidir

Hoşgörülü insan gururlu ve kibirli değildir.

Continue ReadingHOŞGÖRÜ (1996)

YARATILANLARIN EN MÜKEMMELİ (1996)

İlim, teknoloji ve sanayideki büyük gelişmeler; insanın sıhhat, huzur ve saadetini iyileştireceği ve arttıracağı yerde, ilerde dahi telafisi mümkün olmayacak sosyolojik-psikolojik-bedensel bozukluklara sebebiyet vermektedir.

İntihar olayları alabildiğine yaygınlaşmıştır.

Herkes birbirini gözünü kırpmadan öldürebilmekte veya öldürtmektedir.

Trafik canavarı yurt sathında kol gezmektedir.

Gürültü ve patırtı psikolojik rahatsızlıklara rağmen hiç yadırganmamaktadır.

İnsana hiçbir faydası olmadığı halde sigara tiryakiliği yaygın bir şekilde özendirilmekte, yedisinden teneşire kadar insan ömrünün hemen hemen tamamında içilmesinin önüne geçilememektedir.

Bu bireysel kötülükler ve bozuklukların yanı sıra, aile yapısı kökünden sarsılmış, bencilliğin en önemli belirtisi olan hazcı felsefe ön plana çıkmış, bunun neticesinde de doyumsuz bir yaşam biçimi, sanki insanlığın onu var edilişinin başlıca sebebi olarak algılanmaya başlanmıştır. İnsanoğlu yalnız yemek yemeyi ve seks yapmayı düşünür hale gelmiştir.

Yaradılanların en mükemmeli olan insan maalesef, herhalde gelişmişliğin bir göstergesi olarak kendi kaderini kendi elleriyle yok etmek suretiyle, yaratılanların en sefili, en aşağılığı konumuna gelebilmektedir.

-95(4)Biz insanı en güzel şekilde yarattık.

-95(5)Sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık.

Allah insanı en güzel şekilde yaratmıştır. İnsan bu mükemmelliğin kıymetini bir türlü takdir edip anlayamamaktadır. Çünkü yukarıda değindiğimiz konular nedeniyle insan; kendi iradesi ve elleriyle kendisini aşağıların en aşağısı konumuna getirmiştir.

95(6)Yalnız, inanıp yararlı iş işleyenler bunun dışındadır. Onlara kesintisiz ecir vardır.

Görüldüğü gibi Allah, Kur’an-ı Kerim-i okuyan, iman eden ve onunla amel edip yararlı iş işleyenleri, aşağıların en aşağısı olanların dışında tutmakta ve onlara kesintisiz bir ecir vaat etmektedir.

Gelin hep beraber Allah’ın ipine sarılalım:

Kimseyi öldürmeyelim,

İntihar etmekten vazgeçelim.

Alacağımız tedbirlerle trafik canavarının kökünü kazıyalım

Gürültünün ve çevre kirliliğinin önüne geçelim.

Sigara tiryakiliğinden; içki, kumar, fuhuş gibi kötü alışkanlıklardan vazgeçelim, kâmil insan olma yolunda var gücümüzle çalışmakta birbirimizle yarışalım.

Kurtuluşun tek ve gerçek yolu Yüce Kitabımızı rehber edinmektir.

SON SÖZ:

Şifa ve mükemmelliği O’nun dışında aramayın.Çünkü bulamazsınız.

Continue ReadingYARATILANLARIN EN MÜKEMMELİ (1996)

HALİFE, BEDEN VE RUH (1996)

HALİFE:

-2(30)  Rabbin meleklere ”Ben yeryüzünde bir halife varedeceğim” demişti;…….

-6(165)Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O’dur.

Halifenin anlamı; vekil, temsilci, naib olduğuna göre, Allah yeryüzünde nizam ve intizamı sağlayacak ve hâkimiyeti eline teslim edecek varlığı, insanı yaratmış ve onu halife(vekil)olarak vazifelendirmiştir.

BEDEN:

 Yeryüzündeki diğer canlılar gibi insan da dünyaya gelir, büyür, gelişir ve ölür. Ayrıca beden kendi neslini kıyamete kadar devam ettirme işlevini de yerine getirir.

-29(57)Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döneceksiniz.

-55(26)Yeryüzünde bulunan her şey fanidir.

-55(27)Ancak, yüce ve cömert olan Rabbinin varlığı bakidir.

Beden, hayatiyetini devam ettirdiği müddetçe, bünyesinde ruhu misafir eder, barındırır ve bu misafirperverliği ölüm anına kadar devam eder.

-39(42)Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Doğrusu bunda düşünen kimseler için dersler vardır.

Görüldüğü gibi; uyku esnasında ruhlar alınıyor. Öleceklerinkiler tutuluyor, ölmeyeceklerin ruhları bir süreye kadar salıveriliyor.

RUH:

-17(85)Ey Muhammed! Sana ruh’un ne olduğunu soruyorlar, de ki ”Ruh, Rabbimin emrinden ibarettir. Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir.”

-32(9)Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!

Ruh; insanın gerçek benliğini oluşturan zihinsel, ahlaksal, duygusal yetilerin tümüdür. Akıl, kudret, irade, vicdan işlevlerini gerçekleştiren özdür. Madde üstü, salt manevi bir cevherdir. Emanet olarak verilen hilafet makamının anahtarı ve mührüdür. Emanete sahip çıkanlar cennetlik, çıkmayanlar ise cehennemliktir.

SON SÖZ:

Her insan kendisinde, Yaradanına ait bir şeylerin bulunduğu bilincinde olmalı, vekil olduğunu unutmamalı ve yaşamını ona göre düzenlemelidir. İnsanoğlunun bu bilince varabilmesi için, O’nun Kelamı olan Kur’an-ı çok iyi okuyup öğrenmeli ve onunla amel etmeğe çalışmalıdır Bu bilince eremeyen insanoğlu, şeytan’la elele vererek bu cennet gibi dünyayı cehenneme çevirebilir. Dünyanın bugünkü görünüşü de bu düşüncemizi doğrulamaktadır. Zira kendi ruhunun nereden neşet ettiğini bilmeyen insanoğlu, her türlü kötülüğü yapmaya teşnedir.

Continue ReadingHALİFE, BEDEN VE RUH (1996)

End of content

No more pages to load